Cumhuriyet Spor'da yayınlanan yazım :
Mesleğe çocuk denecek yaşta başladığım için jenerasyon değişikliklerini de en fazla yaşayan gazetecilerdenim. Futbol camiasına ilk girdiğimde hemen hemen herkese ağabey diyordum. Tanju Ağabeyler, Rıdvan Ağabeyler yerlerini daha sonra Tugaylara, Bülentlere bıraktılar. Sonra onlara Fatih Akyel, Oktay Derelioğlu gibi bana yaşça daha yakın kardeşlerim ilave oldu. Kiminin arkadaşı kiminin kardeşi, kiminin basın danışmanı, kiminin ağabeyi olduğum Hakan Şükürlü, Rüştü Reçberli dönem geldi sonra. Ardından bir baktım ki artık herkes bana ağabey demeye başlamış.
Milli Takımlarda çeşitli görevlerde bulunduğum 11 yıllık dönemde, futbolcuların hemen hepsi ile çok samimi ilişkiler içindeydim. Herkesin tatmayı isteyeceği çok güzel şeyler yaşadım. Üzüntüyü de sevinci de doruklarda hissettim. TFF’de görev yaptığım bu süreçte gazeteciliğimi evde bıraktım. Bir gazeteci için haber değeri olan şeyleri yok saydım. Görmedim, duymadım, bilmedim! Hep kol kırıldı, yen içinde kaldı. Evde eşim bile kamplarda neler yaşandığını benden öğrenemedi. Yaşanılan her anı eksiksiz görüntülememe ve bu görüntülerin çok değerli olmasına rağmen, hem karakterim hem de mesleki anlayışım, çektiğim görüntüleri profesyonelce kullanmaya itmedi beni. Oysaki 30 saniyelik bir görüntü bile beni zengin edebilirdi. Bu konuda çok astronomik teklifler aldığım oldu. Umursamadım bile.
Futbolculara bir gazeteci gibi değil bir arkadaş gibi yaklaştım. Mesleğim değil, duygularım hep ön plandaydı. Sırları hep sakladım. Bugün bile bildiklerimin yarısını yazsam ya da paylaşsam yer yerinden oynar.
Bir kez dahi herhangi bir milli futbolcu ile tartışma yaşamadım, ta ki TFF’den ayrılıncaya kadar.
Mart 2008’de TFF’den ayrıldıktan sonra, oynanan bir maç milli maç öncesinde Emre Belözoğlu, Gökdeniz Karadeniz’le Milli Takım otobüsünde kavga etmiş. Bu bir şekilde benim meslektaşlarımın kulağına gitmiş. Birkaç gazeteci arkadaşım da bana bunu doğrulatmak için telefon açtı. Onlara artık Milli Takım’da çalışmadığımı böyle bir şeyden haberim olmadığını, çalışıyor olsam dahi böyle bir bilgi veremeyeceğimi, ancak her takımda ufak tefek tartışmaların olabileceğini ve bunun da gayet normal karşılanması gerektiğini anlattım. Olaydan gerçekten de haberim yoktu.
Generaller bile ordudan ayrılınca 4-5 yıl hükmü geçermiş. 11 yıl TFF’de ve Milli Takımlarda çalışınca ister istemez içerden bilgiler size bir şekilde ulaşıyor. Kapatır kapatmaz Milli Takım’daki dostlarımı arayarak, olayın doğru olduğunu öğrendim. Ben hiç kimseye tek kelime söylememe rağmen, ertesi gün birçok gazetede bu haber vardı.
Akşamüstü telefonum çaldı. Karşımda Emre Belözoğlu vardı. Kendisinden hiç beklemediğim bir üslupta, beni gazetelere haber sızdırmakla suçluyor ve benden hesap soruyordu. Yıllarca kendisinin internet sitesini hazırlamış olduğumu, hakkında çok fazla bilgiye sahip olmama rağmen hiç bir bilgiyi kimseyle paylaşmadığımı ve onu gerçekten çok sevdiğimi unutmuş, böylesi basit bir konu için ağzına geleni söylüyordu. Çok kırılmış, üzülmüş ve içerlemiştim. Kendisini bu haberi sızdırmadığım konusunda ikna edip etmediğimi bilmiyorum, ama o gün benim için Emre Belözoğlu kalbimde bitmişti. Kaldı ki ben TFF’den ayrıldığım andan itibaren mesleğime geri dönmüş, gazeteci kimliğime bürünmüştüm.
Azerbaycan maçı sonrasında Milli Takım’daki bir futbolcu dostum beni arayıp, maç öncesi ve maç sonrası yaşanan tatsız olaylardan bahsetti. Oğuz Çetin’in ve bazı futbolcuların sabotaj iddiasından tutun da, kamp içindeki gerginliklere kadar aslında o kadar çok şey söyledi ki, hangi birini yazacağımı şaşırdım. Ancak işin ilginci hemen hemen her anlattığının altında, başrollerde yine Emre Belözoğlu vardı. İsmini öldürseler söylemeyeceğim bu futbolcu kardeşimin anlattıklarını dinledikten sonra, Milli Takım’la ve Emre ile ilgili bir sırımı, kısıtlı bir şekilde de olsa sizlerle paylaşmaya karar verdim.
2006 Dünya Kupası elemelerinde İsviçre ile oynadığımız baraj maçının ilk ayağında İsviçre’de 2-0 yenilmiş ve umutlarımızı İstanbul’daki maça bırakmıştık. Ancak ortalık çok gergindi. İsviçre’de yaşadığımız bazı tatsız hadiselerden dolayı, İsviçreliler kötü bir şekilde karşılanmıştı ve maçta da bir takım hadiselerin çıkacağı gün gibi aşikârdı. Milli Takım kampında ise İsviçre Milli Takımı’ndaki birçok futbolcu ile arkadaş olan gurbetçi futbolcularımız bu durumdan oldukça rahatsızlardı. Bunu takımdaki diğer arkadaşları ile paylaştıklarında başta Emre Belözoğlu olmak üzere tepki aldılar. Adeta maç öncesinde bir guruplaşma olmuştu. Yurtdışında doğup halen orada oynayan gurbetçi oyuncularımız ile yerel ligimizde oynayan veya yurtdışına transfer ile gitmiş oyuncularımız arasında maç öncesinde başlayan bu kutuplaşma, maça da olumsuz yansımıştı.
Hırçınlığıyla bilinen hiç umulmadık isimler olayları yatıştırmak için mücadele ederken, sakinliği ve olgunluğu ile tanınan bazı isimler olayları daha da tırmandırıyordu. Bu sırada ise gurbetçi futbolcularımızdan Hamit ile Halil İsviçreli bir meslektaşını kolundan tutmuş, olaylardan kaçırarak soyunma odasına kadar refakat etmişlerdi.
Hamit soyunma odamıza döndüğünde ise onu tatsız bir sürpriz bekliyordu. Takım arkadaşı Emre Belözoğlu, Hamit’in yakasına yapışmış duvara doğru itiyor ve neden İsviçreli futbolcuları koruduğunun hesabını soruyordu. Hamit ise büyük bir olgunluk göstererek, kavga etmek ya da karşılık vermek yerine, Emre’yi sakinleştirmeye ve kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hamit ile aynı düşüncede olmasına rağmen diğer gurbetçi futbolcular ikizi Halil ve Nuri, Emre’ye tepki göstermeden araya girip iki arkadaşı ayırıyor, olayları yatıştırıyordu. Sonrasında bu iki futbolcu arkadaşları ve hocaları tarafından birkaç dakika sonra barıştırıldı.
Bu olay sonrasında Emre ile diğer gurbetçi futbolcuların arası hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Gözle görülür bir soğukluk oluştu. Azerbaycan maçından sonra Emre’nin, Hamit, Halil ve Nuri ile yaşadıklarının ve yaptığı açıklamaların temelinde de bu olay yatıyor.
Aslında Emre’nin hırçınlığı her geçen gün daha da arttı. Çevresindeki herkesi, hatta kendi arkadaşlarını bile potansiyel bir düşman olarak görüyordu. Birçok sohbette “Benim annem- babam ve birkaç aile bireyim dışında gerisi yalan. Herkes menfaat peşinde. Aynı formayı giydiğin arkadaşlarına bile güvenmeyeceksin. Bunlar gelip geçici. Kimseye güvenmiyorum” şeklindeki sözlerini kendi ağzından bizzat duydum. Bu ve benzeri sözler bile Emre’nin ruh halini dışarıya en iyi şekilde yansıtıyor.
Emre, Azerbaycan maçı sonrasında Euro 2012 elemeleri sonrasında Milli Takım’ı bırakabileceğini açıkladı. Açıkçası ben bu psikolojik haliyle Emre’nin Milli Takım’a ve hatta kendi takımı Fenerbahçe’ye bile çok da faydalı olacağı inancında değilim.
İlk başta da dediğim gibi benimle birlikte mezara gidecek birçok sır var. Ama bu anlattığım onlardan biri değil. Azerbaycan karşısında alınan mağlubiyet sonrası içim çok acıdı. Milli Takım’da başta yönetim ve Hiddink olmak üzere değişmesi gereken çok şey var. Ancak yukarıda kaleme aldığım konunun da bir an önce dikkate alınması gerektiği inancındayım.
İlk tanıdığım halini çok sevdiğim kardeşime seslenmek ve bir çağrıda bulunmak istiyorum:
Sevgili Emre 2012’yi hiç bekleme bence, yarın bırak Milli Takım’ı… Bu hem senin yararına hem de Milli Takım’ın yararına olur. Böylece hem sen huzura kavuşursun hem de Milli Takım.
Harika bir yazı teşekkürler..
YanıtlaSil