Biz futbola sevdalandığımızda futbol henüz bacasız sanayi
değildi.
“Futbol asla futbol
değildir “ sözünü daha kimse söylememişti.
Maçlara geceden gidilip verilen tribün kapma mücadelesi dışında, tribünlerde hala taraftarlar aynı
anda maç izleyebiliyor, satırlarla, baltalarla birbirlerini kovalamıyordu.
O zamanlar çim saha diye adlandırılan yeşil zeminler, azıcık
yağmuru gördü mü rengini atıp kahverengi oluyordu. Saha içinde sakatlanan futbolcu ile bile
röportajın mümkün olduğu maç yayınlarında, televizyonda haftada bir maç
izlediğimizde bile mutlu oluyorduk.
“Şimdi
mikrofonlarımız Ankara’da” lafını duymamış 40’lı yaşlarında futbolsever
sanırım yoktur.
“Yenildik ama ezilmedik”
edebiyatı o zamanlar bize bu kadar ezik gelmiyordu.
Sonra ne olduysa oldu ve birden futbola para bulaştı. Hem de çok
para! Ama para ile birlikte futbolun içindeki profiller de değişmeye başladı.
Futbolun sadece futbol olmadığının farkına varan bazı tipler üç paralık
zevkimizin içine etmeye başladılar.
Her şey değişmeye başladı. Kavgalar, gürültüler, her türlü
dansözlükler… Futbol dört bir tarafı beyaz çizgilerle çevrili zeminden çıkıp,
kapılar arkasında da oynan bir oyun haline gelmeye başladı.
Elbette aşağıda yazacaklarımı kâğıt kalem üstünde ispatlamak
hemen hemen imkânsız. Ama bunlar Türk futbolseverleri tarafından çok iyi bilinen
gerçekler.
Futbolun sadece futbol olmadığının farkına varan ilk kulüp
Galatasaray oldu. En büyük rakibi
Fenerbahçe’nin taraftara yönelik popilist uygulamaları yerine, Türkiye Futbol
Federasyonu (TFF) içinde bir şekilde etkin olmaya başladı. Tüm kilit noktaları eline
geçirdi. Alınacak takdire dayalı tüm kararların kendi lehinde alınmasını bir
şekilde sağladı. Taraftar konusundaki farkındalığın Türkiye’deki başarıda değil,
Avrupa’da elde edilecek başarılarla oluşacağını tespit etti ve bu konuda
kendine hedef belirledi. 80’lerin sonundan 2000’li yılların başına kadar bu
strateji ile büyük başarıları elde etti.
Hayal bile edilemezi yapıp, Avrupa hedefine de ulaştı.
Beşiktaş kendine başka bir strateji seçti. O da devletin
gücünü kendi için kullanarak Galatasaray’ı yakalamaya çalıştı. Devletin
bürokratlarıyla iyi ilişikler içinde olarak futbolun sadece futbol olmadığı
gerçeğini aşmayı başardı. Siyasi ve bürokratik güçle gerekli toleransların
gösterilmesi bir şekilde sağlandı. Ancak
devletin gücü futbolda Avrupa’ya uzanamadığı için Avrupa’da başarı maalesef
Beşiktaş için hayallerin ötesinde kaldı. Sınırlı başarı nedeniyle de taraftar
sayısı da Fenerbahçe ve Galatasaray’ın yanına yaklaşamadı.
Ve Fenerbahçe… Hiç şüphesiz Türkiye’de bir Fenerbahçe
gerçeği vardı. 80’li yılların sonunda Galatasaray’ın başarılarının ardı ardına
geldiği yıllara kadar çok büyük bir güçtü Fenerbahçe. Fenerbahçe gücünü taraftarından alıyordu. Fenerbahçe
bir yana diğerleri bir yana. Taraftar sayısı bakımından da sahadaki başarılar
açısın da tek büyüktü. Ama maalesef Avrupa’da o da başarılı olamadı hiçbir
zaman.
Fenerbahçe’nin futbolun sadece futbol olmadığını anlaması
biraz geç oldu.
Anlamıştı ama iş işten geçmişti. Aziz Yıldırım başkan
seçildikten yaklaşık iki yıl sonra ilginç bir çıkış yapıp “Yöneticilik
hayatımda Futbolun yalnızca sahada oynanmadığını öğrendim” şeklinde tuhaf bir
açıklama yapıyordu. Zaten bu açıklamadan sonra da Fenerbahçe’nin tarzı gözle
görülür bir şekilde değişiyordu. Ancak
tek bir farkla… Aziz Yıldırım’ın “Futbol
sadece futbol değildir” anlayışı rakiplerininkinden çok ama çok farklıydı.
Galatasaray bu işi takdir haklarını kendine kullanmak,
Beşiktaş devletin varlığını ve gücünü yanında hissetmek için kullanırken
Fenerbahçe Aziz Yıldırım’ın kişisel egolarıyla bu işi “Başarı için her yol
mubah” mantığına döküyordu. Rakiplerinin
ufak tefek ama sınırlar çerçevesinde, rekabet boyutunda yaptığı saha dışı
çalışmaları, sistematik ve sınır tanımadan yapmaya kalkıştı. Hal böyle olunca
da radara takıldı!
2005 yılında Ergün Gürsoy “Fenerbahçe bizi geçti” derken
aslında tam olarak bunu söylemeye çalışıyordu. Aziz Yıldırım ilmek ilmek
çalışıyor ve TFF’nin ve Türk futbolunun içini oyuyordu. Türk futbolunun
göçmesini bile göze alacak hamleler yapıyor, kural tanımıyordu.
Önemli her mevkiye kendi adamlarını yerleştirmek için
çabaladı durdu. Adamı olmayan herkesi kötüledi, kavga etti, gerekirse çamur
attı ve sonunda yerinden etti.
Bu çalışmaları meyvesini verdi elbet. Bakıldığında son 10
yılda her şampiyonada finalin bir ayağında Fenerbahçe vardı, öbür tarafında
diğer rakipler. Sarı Lacivertliler her alanda hem saha içinde hem de saha
dışında başarı elde etti. Rakiplerinin kazandıkları şampiyonluklarda mutlaka onların
karşısında oldu ya ikinciydi ya finalist.
Ta ki takke düşüp, kel görününceye kadar…
Çünkü Aziz Yıldırım İmparatorluk Hastalığına yakalanmıştı.
Kimsenin kendisini durduramayacağını dahası dokunamayacağını düşünüyordu. Her
konuda istediğini yapabileceğini, kuralları kendisinin koyabileceğini, başka
hiçbir gücün olmadığını varsayıyordu. Başarılı olmak için takdir, tolerans
hatta taviz dışında bir takım şeylerin de yapılmasının sakıncalı olmadığı
kanısındaydı. Onun bu hastalığı kendisini ve beraberindekileri şike suçuyla cezaevine gönderirken, Fenerbahçe’nin tepe taklak olmasına neden oldu.
İşin en üzücü
tarafıysa Fenerbahçe’ye gönül vermiş birçok kişi Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’ye
ve Türk futboluna verdiği zararın hala farkında değil.
Hala Türk futbolu A.Y.(60) nin etkisi ve güdümündedir. Futbol kimseye zevk vermemektedir.bu adam en uzak yerde etkisizleştirilmedikçe hiç bir zaman normsl olamayacak futbol ortamı.
YanıtlaSilFenerbahçe ve Aziz Yıldırım hakkında içinizdekileri kusmak için neden bu kadar uzun bir yol izliyorsunuz ki. Siz ve sizin gibiler (Hiçbir zaman tarafsız eleştiri yapamayanlar) insanların dikkatini artık bu yönde çekmeye başlıyorsunuz. Neden Beşiktaş ve Mafya ilişkisini, Galatasaray ve TFF'nin her alanında yerleştirdiği lobileri ve Trabzonspor'un yıllardır başarısızlıklarından dolayı yaptıkları fakir anadolu kulübü edebiyatını(ki bununla sınırlı değil, herkes Trabzonspor'un da lobi çalışmalarını duymuştur) es geçip direk Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım'a geldiniz. Bunlar bir yana, bir insanın bütün bu söylediklerini desteklemesi için kesinlikle bu olayların içinde olmalı. Yoksa bahsi geçen konuların tamamen bir gizlilik içinde olması gerektiğini siz de çok iyi biliyorsunuz. Madem ki bu kadar gizlilik gerektiriyor siz Aziz Yıldırım'ın yada diğerlerinin yaptığı şeyleri nasıl böyle net biliyorsunuz. Hepiniz sanki tüm bu bahsettiğiniz olaylarla içiçeymişsiniz gibi kati bir şekilde bastıra bastıra söylüyorsunuz.(iddia bile etmiyorsunuz) Geçin bunları beyler geçin.
YanıtlaSilEğer Futbol'da(Türk Futbolu da demiyorum) temiz takım varsa işte bunu diyen en büyük yalancıdır. Onun kiri öbüründen az diye birşey yok. Tutup da Fenerbahçe'yi kirli gösterip kendinizi temize çıkarmaya(yada diğer takımları diyeyim) çalışmayın. Ya toplu temizlik yapılsın yada otursun herkes yerine.
Bunların hepsi temiz diye tabir edilen takımların savunucularına gelsin.
Adam yazmış işte konuşmayın... Fenerbahçelilerin bu hazımsızlığı .... Ben Beşiktaşlı biri olarak yazılanların altına imzamı atarım. Galatasaray Federasyonu bizimkiler ise devleti ele geçirmişti. Fener işi abarttı. Abartınca da.... Lekelendi... Hadi gidin şimdi işinize...
YanıtlaSil