14 Ocak 2014 Salı

Futbolun köküne kibrit suyu

Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin (TSYD) Antalya’da 51.sini düzenlediği seminerde çeşitli oturumlarda Türk futbolu masaya yatırıldı.

Seminerin hiç şüphesiz ağır topu Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’di. Türk futboluna önümüzdeki 7 yıl boyunca yön verecek olan Fatih Hoca seminer boyunca eğitimin önemine dikkat çekti. Futbolu okullara sokamamaktan yakındı. Bunları söylerken tablonun vahametinden de üstü kapalı bahsetti. “Eğitim, Eğitim, Eğitim” vurgusu yaptı.

Geçmişte de futbolda gelişmiş bir ülke değildik. Ancak 90’lar sonrasında yakaladığımız ivme ve yapılan atılımlarla, gelişmekte olan ülke konumuna gelmiştik. Zaten bunun meyvelerini de almış gerek, FIFA sıralamasındaki yerimizle ve de gerek aldığımız başarılarla bunu yansıtmıştık. Maalesef ülke olarak son 5 yıldır düşüşe geçtik. Geriye gidiyoruz.

FIFA’nın yayımladığı rakamlara göre Almanya’da 6.308.446, ABD’de 4.186.778 lisanslı futbolcu var. Türkiye ise 53 UEFA ülkesi arasında lisanslı futbolcu sayısının (273.383) ülke nüfusuna oranında % 0.361 ile 48. sırada. Bu arada lisanslı oyuncu sayısının sadece 3.337 si kadın. Bu da % 1,22’e karşılık geliyor.

Elbette bizden daha kötü ülkeler de var. Bu ülkelerin Türkiye’den fakir olduklarını söylemeye gerek yok. Bizden daha kötü oranı olan ülkeler Kazakistan, Ermenistan, Azerbaycan, Beyaz Rusya ve Moldovya. Ancak bizim üstümüzde olup bu ülkelerden daha fakir olan ülkeler de var. Yani neden kesinlikle ekonomik değil. Nitekim tesis ve yatırımlar bakımından biz son yıllarda fena da sayılmayız.

“Grassroots” futbolda çok önemli bir kavram. Maalesef ülkemizin bu kavramla tanışması oldukça geç oldu. Efsane teknik adam, hocaların hocası, rahmetli Gündüz Tekin Onay, “Herkes için her yerde futbol” felsefesi ve “Topu kalbine yakın tut” sloganı ile getirdi Türkiye’ye.

 “Grassroots” un kelime anlamı çim kökleri. Adından da anlaşıldığı gibi futbolun temelini oluşturmak asıl hedef. Bir nevi futbol mühendisliği projesi. Bu amaçla yapılan her türlü sportif veya siyasal bir organizasyon bu kavramı kapsıyor. İnsanların cinsiyet, yaş ve engel tanımadan futbol denilen harika oyuna katılımını hedefliyor. Nitelikten çok nicelik ön planda anlayacağınız. Amaç katılımın en üst düzeye çıkarmaktır. Katılımın artması ile rekabet ve dolayısı ile nitelik artacaktır.

Gündüz Tekin Onay’ın sürekli söylediği bir söz vardı ki ben onu kendime felsefe edindim; "Grassroots'un içinde yer alan bir çocuk iyi bir futbolcu olabilir, iyi bir teknik adam olabilir iyi bir hakem olabilir, hiçbir şey olamazsa iyi bir seyirci olabilir!

Neden bunları anlattım. Eğer biz “Grassroots” kavramını önemsemeyi ve özümsemeyi başta TFF olarak algılabilseydik, bugün sadece Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın konuşulduğu bir futbola değil başarının ve güzel futbolun alkışlandığı bir futbol kültürüne sahip olacaktık. 

Türkiye’de futbolda yalnızca rekabet ve üst düzey yapılanma olduğu için, ne yazık ki ülkemizde Grassroots içi boş bir kavram. Maalesef Türkiye “Grassroots” hedefine ulaşamadı. Ülke nüfusunun sadece %0,361’ne lisanslı futbol oynatan bir ülkenin başarıya ulaşması da beklenemez.

FIFA’nın yayımladığı rakamlara göre Almanya’da 6.308.446 ABD’de 4.186.778 lisanslı futbolcu var. Türkiye bu sıralamada 36. sırada.

Neden bu noktada olduğumuzu anlayabilmeniz için küçük bir örnek de vermek istiyorum. İngiliz Futbol Federasyonu’nun Grassroots’a ayırdığı yıllık bütçe yaklaşık 180 Milyon Türk Lirası iken 350 milyon civarında toplam bütçesi olan TFF’nin Grassroots’a ayırdığı rakam 40 Milyon Türk Lirasını geçmiyor.

Peki bunun aksi beklenebilir mi? TFF Genel Kurulu’nda taban birlikleri dediğimiz (Futbolcu, Antrenör, Hakem vb) futbolun en önemli paydaşlarının oy hakının toplam oranı %10’u geçmediği bir ortamda asla! Profesyonel Kulüp temsilcilerinin kulüp çıkarları için ülke futbolunu yok saydığı bir Genel Kurul ortamında asla!

Diyebilirsiniz ki kulüpler olmazsa TFF mi olur? Avrupa’da Futbol Federasyonların Genel Kurulunda Profesyonel Kulüp temsil oranının %50’nin üstüne çıktığı tek ülke Türkiye dersem sanırım bunun yanıtını net bir şekilde vermiş olurum.

Yani kulüpler futbolun çim köklerine kibrit suyu döküyor!

3 Ocak 2014 Cuma

Bir zamanlar gazetecilik vardı

1995 yılıydı; Kanal 6’da Spor Müdürü Faik Çetiner’in yardımcısıyım. Aynı zamanda Galatasaray muhabirliği yapıyorum. Her şey güllük gülistanlık. Olanaklarımız o günün şartlarında sınırsız. Ekip sağlam. Tek amacımız var haber atlatmak. Bu konuda da oldukça başarılıyız. Uçanı kaçanı yakalıyoruz.

Galatasaray’da işler yolunda, ama Fenerbahçe’de sıkıntımız büyük. İşler şimdiki gibi değil. Haber atlama, haber atlatma kavramları var. Biz de Fenerbahçe’de yüksek atlamadayız. Her haber atlandığında Faik Ağabey beni sorguya çekiyor. Sanki Fenerbahçe muhabiri benim!

Nitekim şimdi adını paylaşamayacağım Fenerbahçe muhabiriyle yollarımızı ayırmak zorunda kalıyoruz. Ancak bu işten yine ben zararlı çıkıyorum. Çünkü o an için açıkta hiç Fenerbahçe muhabiri yok. Faik Ağabey çözümü evimin Anadolu yakasında olmasından dolayı, beni Fenerbahçe muhabiri ilan etmekte buluyor.

Servisten bir arkadaşımız da formaliteden Galatasaray muhabiri oluyor. O günlerde de Fenerbahçe haberleri bir tarafa diğer haberler bir tarafa. Diğer takımlarda atlasak da Fenerbahçe’de haber atlamak asla kabul edilemez. Nasıl olsa bir şekilde Galatasaray’dan bana haber geliyor. Özel haberin canı cehenneme!

Hal böyle olunca benim için istemeye istemeye Dereağzı günleri başlıyor. Ama kalbim Galatasaray’da!  İşin ilginci Fenerbahçe’de kalmak istemiyorum ya, haber yağıyor! Nasıl haberler anlatamam. Faik Ağabey’in ağzı kulaklarında. Deneyimli Fenerbahçe muhabirlerinin arasında harikalar yaratıyorum. Haberin bini bir para…

Bu arada sezon sonu yaklaşıyor, kulüpler birer birer programlarını açıklıyorlar. Fenerbahçe Türkiye’de ilk kez olacak bir şey yapıyor ve kıtalararası bir ülkeye gidip sezon başı kampı yapacağını ilan ediyor. Fenerbahçe muhabirlerinin keyfine diyecek yok. Galatasaray ise her zamanki gibi Almanya’ya yolcusu.

Faik Ağabey’e çıkıp “Ben Fenerbahçe’yi takip etmek istemiyorum” diyorum. Dememle birlikte kıyamet kopuyor. Kavga döğüş, en sonunda yerime birini bulmam kaydıyla, Galatasaray muhabirliğine dönebileceğimin sözünü alıyorum.

Ben başlıyorum muhabir arayışlarına. Muhabiri ben seçeceğim. İşler yanlış giderse sorumlu da ben olacağım tabi. Aldığım bu sözden sonra tam 3 Fenerbahçe muhabiri deniyoruz. Ama her gelen en fazla 1 hafta dayanabiliyor. Aralarından bir tanesi de tüm servisi soyup soğana çeviriyor ve yurtdışına kaçıyor. Sonradan öğreniyoruz ki tek çarpılan biz değiliz, tüm Fenerbahçe camiası çarpılmış.

Fenerbahçe yeni bir muhabir kazanıyor…

Ben artık yeni bir Fenerbahçe muhabiri bulmaktan tam umudu kesmiştim ki onunla tanıştım. Gencecik, ama hırlı mı hırslı cevval bir muhabir. Hemen her televizyoncunun okulu pozisyonundaki HBB TV’de çalışıyor. Oradan oraya koşturuyor. Daha o yaşta abilerini atlatıyor. Şeytan tüyü var; bir şekilde kimsenin röportaj yapamadığı isimlerle röportajlar yapıyor. Tamam dedim, işte bu!

Faik Ağabeyin ağzından girdim, burnundan çıktım ve en sonunda Kanal 6’ya Fenerbahçe muhabiri olarak alınmasına ikna ettim. Aynı hafta içinde genç muhabirimiz yaptığı haberlerle kanalın yıldızı oldu. İkinci haftanın sonunda ise Brezilya’ya Fenerbahçe ile birlikte kampa gidecek isim o oldu, ben de böylelikle Galatasaray’la Almanya’ya gidebildim.
Bu gencin adı Bülent Ülgen’di.

O genç bugün Türkiye’nin en saygın kanallarından Kanaltürk’ün Spor Grup Direktörü.

Hiçbir şey eskisi gibi değil

1 Kasım itibari ile 17 yıl ara verdiğim aktif gazeteciliğe tekrar geri döndüm. Profesyonel yaşama dönmeyi hiç düşünmediğim, hiç istemediğim halde tekrar bu curcunanın içine girdim.

Geri dönmemin tek nedeni var, o da o gün beni kırmayarak Galatasaray muhabirliğine dönmememi sağlayan Bülent Ülgen.

Ben de bugün onun bana ihtiyacının olduğu bir dönemde, onu ve yol arkadaşı Murat Bereket’i yalnız bırakmadım. Üçüncü bir göz olmak, beyin fırtınasının bir ayağı olmak ve onlara ağabeylik yapmak üzere Kanaltürk Spor İstihbarat Şefi görevini kabul ettim.

Bülent de, Murat da bu işe hayatlarını adamış adam gibi adamlar. Geri dönmemdeki en önemli neden de onların bu adamlıkları.

Döndük dönmesine de hiçbir şey bıraktığımız yerde değil.

Haber artık yasakların arkasında. Kulüpler bir yasaktır tutturmuş gidiyorlar. Antrenmanlara basının girmesi yasak! Futbolcularla konuşmak yasak! Yöneticilerin demeç vermesi yasak! Gazetecilerin takımların uçağına binmesi yasak! Yasak yasak, yasak!

Her şey ajansların ve kulüplerin ticari amaçla kurdukları televizyonlarının inisiyatifine kalmış. Özel haber yapmak neredeyse imkânsız.

Masabaşına otur, interneti aç, abone olunan ajansları tara, birkaç internet sitesini dolaş. İşte haberler hazır.

Ne mesleki anlayışım ne de kişiliğim hiç buna uygun olmadı. Bu tarz gazetecilik yapamam. Zaten yapmıyorum da.

Buna isyan edince de kulüpler ve medya sorumluları tarafından tehdit ediliyorsunuz. Bir daha hiç iş yapamamakla! Sanki çok yapıyoruz ya!

Ben burada önce kendime sonra meslektaşlarıma ve özellikle de haber bekleyen okuyucularla izleyicilere söz veriyorum. Ben eskisi gibi haber peşinde koşan, haber kaynağı ile bire bir iletişimde olan, haklarını bilen, haddini aşmayan ama sınırları zorlayan bir anlayışla mesleğime devam edeceğim.

Şu sıralar stadyumlarda gergin bir adam görürseniz işte o benim...

Ya bu sonradan oluşturulmuş sistemi deleceğim ya da bu sistem beni dışarı tükürecek! Hep birlikte göreceğiz.