17 Şubat 2013 Pazar

Yeter ama artık!


Bir süredir hiçbir yerde yazmıyor, düşüncelerimi dile getirmiyorum. Olanı biteni uzaktan sessizce izliyorum. Her ne kadar artık keyif almasam da ister istemez maçlara gitmek, zaman zaman futbol organizasyonlarında bulunmak zorunda kalıyorum. İşte gerek bu maçlarda gerekse de belli organizasyonlarda karşılaştığım camianın içindeki insanların yüzleri ve o yüzlerdeki keder aslında her şeyi anlatıyor. İnsanların yüzleri, yüzlerindeki keder….

Yazılanlar çizilenler, ortaya konulanlar, yaşanılanlara rağmen hiçbir değişimin olmaması, tıpkı benim gibi bu camia içindeki insanların da inancını yok etmiş.

Adalete olan güven ülkemizde zaten yok denecek kadar az. O yüzden mi bu kabulleniş bilemiyorum? Yorulmadım mücadeleyi severim. Ama ben meşhur Don Kişot misali yel değirmenleriyle savaşmaktan bıktım, sıkıldım. Biz yazıyoruz, çiziyoruz da, bir “dur” diyen çıkmayacak mı bu aymazlığa. Hesap soran olmayacak mı?

İşin ilginci herkes durumu kanıksamış bir vaziyette büyük bir beklenti içinde. TFF ile ilgili duyarlılığımı bilen çok önemli isimler, beni gördüklerinde mevcut yönetimi kastederek “Bir aya çıkmaz gidiyor bunlar” diyor. Ben de gülüp geçiyorum; “Biri gider biri gelir, gelen gideni aratır.”

Aslına bakarsanız bundan önceki TFF yönetimlerini sürekli olarak eleştiriyor, yaptıklarını ortaya çıkarmayı kendime vazife biliyordum. Ancak Yıldırım Demirören yönetimi diğerlerinden farklı.  O yüzden bugüne kadar pek eleştirmedim. Yıldırım Demirören’in farkı ise kulüplerin tercihi ile seçilerek iş başına gelmesiydi. Şimdi diyeceksiniz ki TFF’de başkanlar zaten hep seçimle başa gelmiyor mu?

Hayır. Haluk Ulusoy görevden el çektirildikten sonra, Yıldırım Demirören yönetimine kadar hiçbir başkan normal yoldan başkan olmadı. Hepsi bir nevi atamaydı. Atanmışların seçilmesiydi. Kulüplerin baskılar nedeniyle başka bir şansı yoktu ve gösterilen adayı seçmek zorundaydı.
Demirören seçilmiş Başkan
Ancak Yıldırım Demirören ortaya atılan, önerilen ve desteklenen aday olmasına karşın, bu süreç içinde ilk kez karşısına çıkacak adaya karışılmayacak, baskı yapılmayacaktı. Nitekim bunun mesajları da siyasiler tarafından defalarca verildi.

Bu yönetim kulüplerin tercihiydi. Ama kulüpler risk almak istemedi. Elini taşın altına koymadı. Hatta aday çıkmasına rağmen aktif olmadılar. Bugün yaşanılanların cezasını o nedenle çekmek zorundalar. Verseydiniz aday olduğunda Ata Aksu’ya imzayı... Ya da aday olması için ikna etseydiniz bugün mumla aradığınız tarihin en başarılı başkanı Haluk Ulusoy’u… Ya da çıkarsaydınız sıfırdan tertemiz bir aday…

Bu yüzden bu yönetimi eleştirmek bana anlamsız ve mantıksız geliyordu. Ama yeter!
Ben aslında hala kızamıyorum, sadece üzülüyorum. İçim acıyor Türk Futbolu elden gidiyor, sürekli geri sarıyor diye. Şu satırlarda yazdıklarımın hep doğru çıkması, aslında beni mutlu edeceğine daha da kahır ediyor.

Kendisi yazmadıysa önemi olmayan gerçeklerle yüzleşemeyen meslektaşlarım ve deve kuşu misali kafayı kuma gömmeyi tercih eden bir basın olduğu müddetçe biz daha çok yerimizde sayarız.

Mahmut Özgener döneminde bütçe ilk kez açık vermiş özerklik döneminin kara lekesi olarak tarihe geçmişti. Mehmet Ali Aydınlar döneminde toparlanıyor gibi gözüken ekonomi, şimdilerde yine alarm vermeye başlamış durumda. Acı ama gerçek, Yıldırım Demirören ve çalışma arkadaşları TFF’yi Beşiktaş'ı yönetir gibi yönetmeye başladıkları için, TFF eksilerle tanışmaya başladı.

Elbette değerli basınımızın bu gerçeklerle yüzleşmesini beklemiyoruz. Malum TFF Başkanımız aynı zamanda bir medya patronu. Hal böyle olunca durumlar değişiyor. Ama vicdanlı hiç mi kimse yok? Yazık!
Türk futbolu batağa sürükleniyor
Sürekli eleştirilen yerden yere vurulan Haluk Ulusoy yönetimi döneminde 300 küsürlerde olan personel sayısı şu anda 600 küsürlerle ifade ediliyor. Bu personeller gerçekten çalışsa yine lafımız olmayacak ama personeller arasında ciddi ciddi bankamatik personellerin olması işin tadını kaçırıyor. Bu arada bu rakama ulaşılırken yaşanan personel sirkülasyonundan bahsetmiyorum bile. Varın ödenen tazminatları siz hesap edin.

Yaşanan skandallar ve başarısızlık nedeniyle futboldan çekilmek isteyen ancak siyasilerin tepkisinden çekindikleri için kerhen desteklerine devam eden sponsorlar büyük rahatsızlık içindeler. Daha önce sponsor olmamaları konusunda baskı gören dev firmalar bu kez çekilmemeleri konusunda uyarılıyorlar. Fakat verdikleri desteklerinde suistimal edilmesi bardağı taşırma noktasına getirmiş durumda. Elbette sponsorlar bu gibi durumlarda “Hop ne oluyoruz?” diyecek. Bunun ucu şüphesiz TFF’ye dokunacak.


Örneğin TFF’nin en eski sponsorlarından Mercedes’in verdiği son model yaklaşık 80 araç nedense pek TFF sınırları içinde görülmüyor. Bu araçlar kimlerde, hangi amaçlarla kullanılıyor, kimler kullanılıyor sorsak da yanıt alamayız biliyoruz ama biz yine de sormuş olalım. Çünkü araçlar olması gerekende yok olmaması gerekende var.

Bu araçlar ayda 40 ton benzin tüketiyor. Hemen hemen her ay OPET tarafından tanımlanmış yakıt limitleri bitiyor. Bu nedenle aşan limit cepten ödenmek zorunda kalıyor. İsraf had safhada.

Ve sıkı durun şu anda binası olmayan tesisin tam 3 tane müdürü var. Elemanı olmayan müdür duymuştum da böylesini ilk kez duyuyorum. Adları, namları, titrleri farklı da olsa, büyük bir reklamla muhteşem bir tesis yapılacağı iddiasıyla yıkılan ancak şu anda çivi bile çakılmayan Riva Özkan Olcay Tesisleri’nin şu anda görevli 3 adet müdürü olması şaka olsa gerek. El insaf!

Bu arada Milli Takımın başarısızlığından, kulağımıza çalınan, Ertuğrul Sağlam ve Şenol Güneş’in teknik direktör adaylıklarından, TFF çalışanlarının sürekli olarak Lütfü Arıboğan’a bilgi sızdırmasından bahsetmiyorum bile.

TFF’de işler hiç ama hiç iyi gitmiyor. Ekonomi kötü, milli takım kötü, imaj kötü, adalet kötü. Kötü kötü kötü her şey çok kötü….

Kısacası, YETER! Yıldırım Demirören, YETER!