27 Ekim 2013 Pazar

Katarlı Messi, Kuveytli Ronaldo’ya karşı!

İngiltere’de 19. yüzyılın ikinci yarısında, çamur içinde balçık bir saha ve daha çok Amerikan Futbolu’ndaki uzun direkleri andıran, tahtadan derme çatma kaleler arasında oradan oraya koşuşturup duran onlarca genç, icat ettikleri oyunun gelecekte bacasız bir sanayiye dönüşeceğinin farkında olsalar, ne yaparlardı acaba?

Farklı bir oyun oynamak amacıyla yola çıkan bu gençler  adına, ayak topu, yani İngilizce olarak Futbol denilen bu oyunun, aradan geçen zaman içinde kabuk değiştirip, bugün bütçesi milyar dolarlarla ifade edilen dev bir sektör haline geleceğini tahmin edemezlerdi elbet.

Günümüzde oynanan futbol dahi benim çocukluğumda oynanan futboldan farklı dersem çok abartmış olmam.

Benim çocukluğumda hem saha içindeki kurallar hem de saha dışındaki kurallar bugünkünden farklıydı. Bu değişimleri anlatarak kafanızı şişirmeyeceğim ama birkaç örnek vererek o günden bu yana olan değişimler hakkında fikrinizin oluşmasını sağlayabilirim.
Her şeyden önce sahada sadece 3 hakem vardı. Ve bu hakemler sadece siyah giyebilirdi. Galibiyetler 2 puandı. Türkiye’de yabancı sayısı 2 idi ama Avrupa’da da sınırsız yabancı kavramı yoktu.  Maçlarda deplasman takımlarının da taraftarları eşit düzeyde yer alırdı. Avrupa Kupa Galipleri Kupası diye bir şampiyona vardı. Kaleciye gayet güze geri pas verebiliyordunuz!

Daha onlarca değişim sayabilirim, ama amacım geçmişte olan değişimleri anlatmak değil gelecekte futbolu nelerin beklediğini anlatmak.

Hep diyoruz ya futbol bacasız sanayi diye, bundan sonraki değişimlerde bu doğrultuda ve özellikle ekonomik amaçlı olacak hiç şüphesiz. Nitekim Avrupa futbolunun şu anki patronu pozisyonundaki UEFA’nın bu seneki bütçesinin 4 milyar İsviçre Frank’ının üzerinde olduğunu ve bu kuruluşun 18 büyük organizasyonu tertip ettiğini söylersek sanırım, ne denli büyük bir sektörden bahsetmiş olduğumuzu anlatabiliriz.


Bir kere şunu hemen belirtmeliyim bundan sonra olacak değişiklikler hep radikal olacaktır. Geçmişteki gibi çaktırmadan hissettirmeden değil.

Oyuncularına milyonlarca dolar para bağlayan ve onları kendi malları gibi düşünen kulüpler, uzunca bir zamandır milli takımlara oyuncu vermek istemiyorlar. Herhangi bir sakatlık riskine karşın, bağlı bulundukları federasyonların yanı sıra, FİFA’yla da sürekli karşı karşıya geliyorlar.

Dünya Kupası göremeyen yıldızlar!

İşte tam bu noktada yakın bir gelecekte, yeni bir radikal değişimin doğacağını düşünüyorum.
Olimpiyatlardan sonra dünyanın en büyük spor organizasyonu Dünya Kupası.  Mevcut formatına göre 32 takımla oynanıyor. FİFA Dünya Sıralamasına baktığınızda ilk 6 daki takımlar pek değişmiyor ve finale de genellikle bu ülkeler kalıyor. İstisna hemen hemen hiç olmuyor. Kısacası Dünya Kupası’nı hep aynı takımlar kazanıyor. İşin heyecanı kaçıyor.

Daha da ötesi, bir de işin başka yönü var ki çok daha üzücü. Liglerinde harikalar yaratan ve tüm dünya tarafından izlenmek için can atan yıldızların ülke milli takımları çoğu zaman bu şampiyona dışında kalıyor. Kulüplerinde muhteşem performanslar sergileyen ve efsane statüsüne ulaşan bu yıldızları dünyanın en büyük kupasında maalesef izleyemiyoruz.

Mesela en yakın örneklerden yola çıkarsak, Brezilya’da yapılacak Dünya Şampiyonası’nda Play-off'ta Portekiz ve İsveç eşleştiği için Dünyanın en iyi futbolcuları olarak gösterilen Ronaldo ya da İbrahimovic’ten biri boy gösteremeyecek. Keza bir de katılmayacakları kesinleşen yıldızlar var ki bu futbolseverler için büyük kayıp. Başta A Milli takımımızın yıldızı Atletico Madrid’li Arda Turan olmak üzere şu an transferde dünya rekorunu elide tutan Real Madrid’in Galli yıldızı Gareth Bale, Petr Cech (Chelsea - Çek Cumhuriyeti), David Alaba (Bayern Münih - Avusturya), Daniel Agger (Liverpool - Danimarka), Christopher Samba (D. Moskova - Kongo), Roberto Rosales (Twente - Venezuela), Nemanja Matic (Benfica - Sırbistan), Marek Hamsik (Napoli - Slovakya), Robert Lewandowski (Dortmund - Polonya) Dünya Kupası’nda forma giyemeyecekler.

Geçmişte de Dünya Kupası’nı kaçıran ve bu büyük şovdan uzak kalarak seyirciyi kendilerini izlemekten mahrum bırakan yıldızlar vardı. Hollanda, Marco van Basten, Frank Rijkaard, Ruud Gullit'li kadrosu ile 1986'da yer alamamıştı. 6 kez Arjantin, 2 kez Kolombiya, 31 kez de İspanya forması giyen Di Stefano başta olmak üzere, Kuzey İrlandalı George Best, Fransız Eric Cantona, İngilizlerin efsane futbolcusu Duncan Edwards, yaşayan efsane Galli yıldız Ryan Giggs, Finlandiyalı Jari Litmanen, başka bir Galli Ian Rush, Liberyalı George Weah, İrlandalı Robbie Keane, Bulgar Dimitar Berbatov,  Togolu Emmanuel Adebayor Dünya Kupaları’nda forma giyme şansını ülkeleri yüzünden kaçırdılar.

Yeni ve Farklı Milli Takımlar?

Peki çözüm ne?

Çözüm milli futbolcuların ülkeler arasında transfer edilebilmesinde! Böylelikle hem kulüpler futbolcularını istedikleri gibi pazarlayabilecekler ve bundan para kazanacaklar hem de hiç bir yıldız futbolcu turnuva dışında kalmayacak.

Milli takımların başına nasıl başka ülkeden teknik direktör getiriliyorsa aynı şekilde yabancı ülke oyuncuları da başka bir milli takımda oynayabilecek.

Aslına bakarsanız bu bir şekilde günümüzde de farklı adlarda uygulanıyor. Almanya Milli Takımında neredeyse Alman oyuncu yok. Devşirme modeli ile tüm yabancı oyuncuları Alman vatandaşı yaparak milli takımlarında oynatıyorlar.  Bizim yakından bildiğimiz örneği Mesut Özil. Diğerlerini saymaya bile gerek yok. Bir de bizim içimizde olanlar var. Marco Aurelio bizim milli takımımızda nasıl oynadı? Mustafa İzzet ya da Kazım Kazım? Yani anlayacağınız aslında şu anda da bir şekilde uygulanıyor bu.

Bahsettiğim milli takımlar arası transfer modelinin uygulanmaya başlaması durumunda kalitenin nasıl artacağını tahmin edebiliyor musunuz?

Galatasaray Sneijder için ABD Futbol Federasyonu’ndan ne kadar ister, ya da Real Madrid Ronaldo için Kuveyt’ten? Rekoru Katar’a transfer olacak Barcelonalı Messi mi kırar dersiniz? Arda Turan'lı Çin, Drogba'lı Türkiye karşısında ne yapar?

Şu an için size çok uzak gelen bu senaryo çok kısa bir süre sonra gerçek olabilir. Böyle bir şey gerçekleştiğinde Messi’yi Katar milli takımında Ronaldo’yu Kuveyt’te Drogba’yı A Milli takımızda izlemek mümkün olabilir. Dünya Kupası Finali de artık Sudi Arabistan ile Çin arasında oynanırsa kimse şaşırmasın!

17 Ekim 2013 Perşembe

"Futbol" sever

Biz ülke olarak futbolu sevmiyoruz. Futboldan falan da anladığımız yok. Her fırsatta 80 milyonluk bir ülkeyiz diye övündüğümüz insanlarımızın arasında, futbolsever! diye tanımlayacağımız yaklaşık 35 milyon kişi var. Ancak bunların futboldan anladığı tek şey amiyane tabiri ile “sidik yarıştırmak”! Yani Avrupa Şampiyonlar Ligi Finali Türkiye’de oynansa bu futbolseverlerin! umurunda olmaz. Onlar için varsa yoksa Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş… Hoş sorsanız bu kulüpler hakkında da pek fazla bir şey bilmezler ya, o da ayrı bir konu. Bu 35 milyon içinde gerçek futbolsever diyebileceğimiz 2 milyon kişilik bir kitle var. Bilen, gören, okuyan, tüketen…

Ancak bu gerçek futbolsever dediğimiz kitle için bile takım tutmak tıpkı bir dine inanmak gibi bir olgu. Takımlarını futbolun hep üstünde tutuyorlar. Onlar için takımları bir yana, futbol bir yana. Kurallar bu takımlar için dizayn edilmiş diye düşünüyorlar. Eğer kurallar takımlarının çıkarlarına ters düşerse hemen mızıkıyorlar.

Elbette bunun birçok etkeni, sayılmayacak kadar sebebi ve sosyolojik nedeni var. Ancak bana göre en önemli nedeni medya! Bizim ülkemizde maalesef spor medyası yok. Biz de futbol medyası var. Televizyonların futbol haberleri, gazetelerin futbol sayfaları var.

Ülkemizin bir voleybol takımı dünya şampiyonu oluyor ama gazetelerde kutu haber oluyor. Televizyonlarda ise tek cümle ile geçiştiriliyor. Sonra o gazete spor sayfası olduğunu söylüyor, televizyon da spor haberleri verdiğini iddia ediyor. Aman ne güzel!

Gazete yöneticilerine sorarsanız; “Futbol yoksa okuyucu da yok!” Aslında deve kuşu misali kendilerini kandırdıklarının farkında değiller. Okuyucu, izleyici doğru verdiğiniz her haberi okur, her haberi izler. Yeter ki siz doğru seçim yapıp doğru zaman da doğru şekilde verin.
Hadi tamam futbol habercisisiniz, bunu da anladık. Ama bari doğru verin. Bu ülkede sadece Süper Lig mi var? Onu da geçtim, 18 takım için de sadece 3 takım mı var? Gerçi üç takım için de bile ayrım var. Beşiktaş bu üçlüde kendine zor yer buluyor.

Hal böyle olunca bu takımın haberlerini yapmak ve ilgili sayfalarını doldurmak için akla gelinmedik metotlar uygulanıyor. Suni gündemler, yalan haberler, şişirme haberler, kavgalar…

Ya sahi Manchaster Unidet’ın Başkanı’nın adını bilen var mı? Ya da Real Madrid, Barcelona, Bayern Münih veya Olimpic Lyon? Bu saydığım takımlar dünyanın en iyi takımları arasında değil mi? Ülkeleri futbola yön vermiyor mu? O ülkelerde medya yok demek ki! Ya da okuyucu!

Ülkemizde yöneticiler futbol kulüplerinden besleniyorlar. Ufak kulüplerde bunu maddi anlamda da yapan var. Ama büyük kulüplerimizin başkanlarının temel gayesi ise medya sayesinde taraftarı elinde tutmak ve güçlenmek. Ve doğal olarak da mevcut sistemin bu şekilde gitmesini istiyorlar. Değişmesi hiç birinin işine gelmiyor.

İşte o zaman akla cevabı aslında bilindik olan sayısız bazı sorular geliyor.
Tüm partilerin bir olup mecliste çıkardıkları tek yasa olan 6222 sayılı yasa, aradan birkaç ay geçince yine tüm partilerin fikir birliği ile değişiyor. İlginç gelmiyor mu size?

Acaba Aziz Yıldırım Fenerbahçe Başkanlığını neden bırakmıyor dersiniz? Bıraktığında parmaklıklar ardını boylaması muhtemel olduğu için olabilir mi?

Galatasaray Başkanı Ünal Aysal yaş kemale erince mi bir anda Galatasaraylı oldu? Yoksa devlet ile yaptığı bazı işler, ihaleler garanti olsun diye mi Sarı Kırmızılı kulübün başına geçti?

Tüpçü yakıştırması ile taraftarın diline dolanan ve önce Beşiktaş ardından da Türk futbolunun başına geçen Yıldırım Demirören onca parası varken neden bunca küfürü yemeyi göze alıyor. “Yeter Yıldırım Demirören yeter” tezahüratlarını duymak hoşuna mı gidiyor dersiniz?

İlkokulu bile zor bitirdiğini her fırsatta dile getiren Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, Bordo-Mavili takımın başkanı değil de Trabzon Belediye Başkanı dahi olsa, bugün Trabzonlular üzerinde kurduğu hakimiyeti kurabilir miydi acaba? 

Tek tek isimleri, futboldan bu anlamda rant sağlayanları, beslenenleri saymak mümkün değil. Liste uzar gider. Ben söyleyince meslektaşlarım kızıyor. Sorun bu isimlerde değil. Bu isimlerin yerinde ben de olmayı isterim. O gücü kullanmak güzel olsa gerek. Sorun bu gücü onlara dolaylı olarak veren medyada.

Yoksa ben yanılıyor muyum, onlarda mı tıpkı 35 milyon gibi bir futbolsever?