15 Şubat 2011 Salı

TFF Cuntası


Çok küçük yaşta sporun içine girmemden midir, yoksa kendimi hep işime vermemden midir bilinmez, hiç sevmedim siyaseti.  X partisinin bir konudaki fikri hoşuma giderken, Y partisinin de bir başka fikri hoşuma gittiğinden, herhangi bir görüşü benimseyemedim. Aynı anda hem X’ci oldum, hem Y’ci. Ama şu bir gerçek ki hep uzak durdum siyasetten ve siyasetçilerden.

Ben gazeteciliğe yazılı iletişimde sadece faksın ve teleksin kullanıldığı, içinde bulunduğumuz iletişim çağının henüz başı olduğu yıllarda, çocuk denecek yaşta başladım.  Efsane Güneş Gazetesi’nde nam-ı diğer “Gecelerin Kartalı” Değer Eraybar yetiştirdi beni.  Değer Baba gazetede spor servisinin gece sorumlusuydu. Ben de onu asiste ediyordum.  Taşra baskısı dönmesine yakın servisin kapısında görünür ve o alaylı ve etkileyici ses tonuyla, “Vakit beyler! Hadi karılarınızın koynuna.  Siz evinize. Şimdi benim çalışma vaktim” derdi. O zamanlar öyle cep telefonuymuş, internetmiş hak getire.  Ama Değer Baba Barcelona’nın Rio da yaptığı kampta, antrenmanda hangi futbolcu kaç gol attı, kim sakatlandı, yönetici ne demiş gibi bilumum haberi alır ve meslektaşlarını atlatırdı. İşte böyle bir gazeteciydi, Değer Eraybar.
Değer Baba, her gece sohbet adı altında bana adeta ders verirdi. Bir gazetecinin yapması ve yapmaması gerekenler, olmazsa olmazlar, meslek ahlakı, etik, insan biriktirme… Daha neler neler…

Rahmetli yine bu rutin sohbetlerden birinde; “Bak Cüneyiiit! (Cüneyt demez Cüneyiiit derdi bana) Sporda siyaset yoktur. Sporun siyaseti kendine özgüdür. O da renklerdir.  Herkes tuttuğu takıma destek verir, onu kollar, başarısı için mücadele eder. Yoksa devlette o bunu kesmiş, falanca iktidar gelmiş, filanca şunu demiş sporcu adamı ilgilendirmez.  Spora siyaset bulaştığı an, o artık spor değildir. Rekabetin sonu gelmiş demektir” demişti.

O zamanlar henüz siyaset spora bu kadar bulaşmamıştı. Kim bilir belki de bulaşmıştı da ben gençliğin verdiği terelellilikle farkında değildim bunun. Ancak bildiğim bir gerçek var ki, son 10 yılda siyaset artık sporun içinde değil, kendisi olmuş durumda. Özellikle futbol buram buram siyaset kokuyor.

Ocak 2008’de yaşanan Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Olağanüstü Genel Kurulu’nda yaşanılanlar daha dün gibi aklımda.  Delegelerin kendi aralarındaki konuşmaları kulağımdan bir türlü gitmiyor. Bu seçimlerde delegelere sandığa girerken iki renk pusula ve zarf veriliyordu ve oy verme işlemi sonrasında kimin hangi renk oy kullandığı apaçık ortaya çıkıyordu.

-Ne yapacağız ağabey, nasıl olacak bu iş?
-Ne olacağı var mı? Paşa paşa gidip vereceğiz pusulayı Göksel’e.
-Olur mu ağabey böyle şey. Nerde kaldı gizli oy açık tasnif? Bu kanun dışı. Sandık odasına yığmaları lazım iki renkte de pusulaları. Adam bana zarfla birlikte veriyor iki renk pusulayı. Böyle olunca ben ne renk kullanmışım apaçık ortada. Bir de kullanmadığım oy pusulasını görmek istiyor. Nasıl bir anlayış bu?
-Kimi kime şikâyet edeceksin? Duymadın galiba dünkü toplantıda konuşulanları. İdiaa’ya aldırmam sizin kulübü. Sonuçlarını düşünerek hareket edin demedi mi? Sana gelmediler mi?
-Sorma ağabey gelmezler mi? Bir tek kulübe gelseler yine iyi. İş yerime de geldi vergi memuru. “Seçimlerden sonra inceleme için yine ziyaret edeceğiz” diyerek gerekli mesajı zaten verdiler. Belediye de suyu kesti, seçim sonrası bakarız dedi. Ama ben buna rağmen hala içime sindiremiyorum ağabey. Çok adaletsiz değil mi bu davranış.
- Sen bilirsin! Ben riski alamayacağım. Kulüpten de vazgeçtim. Zaten bırakacağım. Ama ticari hayatım bitecek alimallah. Sana tavsiyem hiç bulaşma. Bu sefer iş çok ciddi!

İki Anadolu kulübü delegesi arasında geçen bu diyaloğa bizzat şahit olmasam ve yaşanılanları görmesem hayatta inanmazdım. Siyasetin spora nasıl bulaşabildiğini, bu diyalog sayesinde yaşayarak gördüm.  Bu siyaset değildir de nedir?  Bu anlayışla yönetime gelen yöneticiler, çok merak ediyorum ne verebilir Türk Futbolu’na ? Vizyonları, misyonları ne olabilir?

Bugün durum, benim bu diyaloğa şahit olduğum günkünden farklı değil. O gün oy almak için dış güçleri kullananlar, bugün TFF’yi yönetmek için bunu kullanıyorlar. Futbolun asıl paydaşları olan kulüpler ve o kulüplerin olmazsa olmazı taban birlikleri, TFF tarafından değil, bu dış güçler tarafından yönetiliyorlar.
TFF Başkanı Mahmut Özgener geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmasında, futbolda demokrasi olmadığından söz etmiştir. Doğrudur! Çünkü Ocak 2008’de Türkiye’de siyasi bir futbol darbesi olmuştur. Bu darbe sonrası darbeci zihniyet TFF yönetimini ele geçirmiş ve demokrasiyi askıya almış, adeta bir cunta yönetimi oluşturmuştur.

Diktatörler güçlerini halktan değil, kendilerini destekleyenlerden alırlar. Nitekim TFF yönetiminin bugün en büyük destekçisi Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve İBB Başkanı Göksel Gümüşdağ’dır.  

Alan memnun, veren memnun olduğu sürece, değil Galatasaray’ın Beşiktaş’ın, bu diktayı yıkmaya kimsenin gücü yetmez.