9 Şubat 2003 Pazar

Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur

Sporun Sesi İnternet Sitesi'nde yayınlandı...

Nerelerden nerelere… Tozlu topraklı, çamurlu amatör sahalarda başladığım gazeteciliğimin ilk günlerinde; günün birinde ülkenin en ünlü futbolcularının basın danışmanlığını yapacaksın, ülkenin en fazla okunan medya organlarında yazacaksın deseler, inanmazdım sanırım.

İnternet sitelerine yazı yazmayı niye çok seviyorum biliyor musunuz? Sizi kimse sınırlamıyor. Ne uzunluk kısalık konusunda, ne de yazacağınız yazının içeriği hakkında. Dilediğiniz gibi yazabiliyorsunuz. Aklınızdan o an geçenleri anında okuyucularla paylaşabiliyorsunuz. Teknolojinin gelişmelerini yakından takip etmeyen ve bu nimetlerden faydalanmayan bir çok eski gazeteci ağabeylerim ise çağımızın bu mucize medya organına öcü gözüyle bakıyorlar. Bir türlü kabullenemiyorlar. Bu konudaki düşüncelerimi ileriki yazılarımda sizinle uzun uzun paylaşacağım.


İlk kez tanıştığım hemen herkesin bana sorduğu ilk şey “Nasıl gazeteci oldun ?” sorusu oluyor. Aslında bir okuyucu olarak ben de okuduğum gazetecilerin nasıl gazeteci olduğunu merak etmiyor değilim. Bu nedenle sporunsesi.com için yazdığım ilk yazımda, sınırsız yer avantajımı da değerlendirerek size nasıl gazeteci olduğumu anlatacağım.

Öncelikle şunu hemen söylemeliyim. Kendimi bildim bileli yazmayı, okumayı ve futbolu çok severim. Bu sevgilerimin de bugün meslek olarak seçtiğim gazetecilik de büyük payı olduğunu düşünüyorum.

1987 senesinde Fenerbahçe Stadı’nın hemen yanındaki Kenan Evren Lisesi’nde, henüz Ortaokula gidiyordum. Sıkı bir Galatasaraylı olmama karşın futbola olan sevgim nedeniyle, okul çıkışlarında boş vakitlerimi Dereağzındaki Lunapark’a gitmek yerine, Fenerbahçe antrenmanlarını izleyerek değerlendiriyordum.

İşte o zaman bu meslekle tanıştım.“Gazeteci olunmaz gazeteci doğulur” sözünü doğrularcasına burnumu her deliğe sokardım. Sobayla ısınan köhne soyunma odalarının içlerine kadar girer futbolcuları izlerdim. Sonra izlenimlerimi sınıf arkadaşlarıma anlatır ve de okulun duvar gazetesine yazardım. 



İşin en eğlenceli tarafıysa  gizlice girdiğim soyunma odasından çıkarken başlardı. Patika yolda bekleyen taraftarlar, beni o zamanlar fizik olarak ve yüz hatları olarak tıpa tıp benzediğim, devrin en ünlü futbolcusu 'Küçük Dev Adam' İlyas Tüfekçi sanarak imza alma yarışına girerlerdi. Ben de hiç bozuntuya vermeden imza dağıtır, soruları yanıtlardım. Benim bu uyanıklığımın farkına varanlar da yok değildi. Doğal olarak özellikle gazeteciler yemiyordu bu numaramı. O zamanlar Güneş Gazetesi’nin genç Fenerbahçe muhabiri olan Sadi Kemal Yaşar ve Türkiye Gazetesi’nin zıpkın muhabiri Hasan Sarıçiçek de bu numaramın farkına varanlardandı. Hoşlarına gitmişti bu muzipliğim ve atılganlığım. Sadi Kemal Yaşar’ın “Gel Çamlıca sahasının amatör muhabiri ol” demesiyle gazetecilik denen bu virüsü kaptım.

Sonra da bir türlü atamadım benliğimden bu mikrobu. Gerçekten de gazetecilik bir hastalık gibidir. Hiçbir gazeteci hayatından memnun değildir. Hangi gazeteciye sorsanız hep kurtulmak ister bu meslekten. Ama hiç biri de başka bir iş yapamaz. Bırakamaz gazeteciliği. Çünkü bir kere tadını almıştır haberi koklamanın, bilgiyi ilk elden almanın ve de okuyucu ile paylaşmanın. Hemen hepsi birkaç kere ayrılmayı da denemiştir meslekten. Ayrılmayı başaranlar yok denecek kadar azdır.

İşte amatör olarak başladığım bu meslekte daha sonra o burnumu her yere sokmanın avantajını kullanarak Güneş Gazetesi’nde önce amatör muhabirlerden sorumlu editör, sonra da Gecelerin Kartalı Değer Eraybar’ın yanında Gece Sorumlusu oldum. En nihayetinde ilk spor müdürüm İlker Ateş beni belki de Türkiye’nin en genç Galatasaray Muhabiri olarak görevlendirdi.

Ve böylece bu dünyaya ilk adımlarımı atmış oldum. Yılar yıları kovaladı. O gazete senin, bu televizyon benim derken bir anda kendimi basının farklı bir kolunda buldum. Bir zamanlar futbolcu taklidi yapan ve onlara yakın olmaya çalışan ben, bugün ülkenin en ünlü futbolcularının basın danışmanlığını yapan bir gazetecisi oldum.

İşte bir gazetecinin gazeteci oluşunun öyküsü… Ama şunu hiç unutmayın aslında “Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur”.