21 Nisan 2011 Perşembe

Zavallı Türk Futbolu

Milli Takımlar bir ülkenin futbolunun ne seviyede olduğunun önemli bir göstergesidir. Bazı ülkeler için sadece vizyon olan bu gösterge, bazı ülkeler için ise misyondur. Her ne olursa olsun tüm ülkeler başta milli takımlarını geliştirmek ve başarıya ulaştırmak için uğraşı verirler. Milli takımlar için ise sahne FIFA’nın ve bağlı bulundukları konfederasyonun düzenlediği uluslararası büyük turnuvalardır. Yani Dünya Şampiyonası ve bizim bağlı bulunduğumuz kıta gereği Avrupa Şampiyonası.

Kaçırılan her turnuva önemli bir prestij kaybının yanı sıra ülke futbolunun da geri gitmesine neden olur. Ekonomik anlamdaki zararlarını hiç saymıyorum bile! Ülke federasyonları bütçelerine, güçlerine ve futbol değerlerine göre bir hedef belirlerler.

 90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de hedefini yapılan bütün uluslararası şampiyonalara katılmak ve burada en az bir tur yukarı çıkmak olarak belirlemişti. TFF tüm planlarını ve yatırımlarını bu hedef doğrultusunda yaptı. Bütçeler hep bu hedef doğrultusunda hazırlandı.

Ancak, 2010 Dünya Kupası’na katılamayarak bu hedeften önemli ölçüde sapan ve aldığı sonuçlar ve oynadığı futbolla 2012 Avrupa Şampiyonası’nı da tehlikeye sokan Milli Takımımız bu planları altüst etmiş görünüyor.
Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Elbette mevcut TFF Yönetimi’nin aldığı ve almadığı kararlarla.
Göreve geldiği andan itibaren Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın baskısından ve etkisinden kendini sıyıramayan TFF Yönetimi, kulüplerin Süper Lig’de 8 yabancı oynatmasına izin vererek Türk Futbolunun dibine adeta kibrit suyu dökmüştür. Fenerbahçe’nin menfaatlerini Türk Futbolunun menfaatlerinin üstünde tutan Aziz Yıldırım, ne yapıp ne edip, hiçbir kriter veya ön şart koydurmadan yabancı futbolcu bulundurma konusunda bu kararı aldırmayı başarmıştır.

Gerekçe olarak Avrupa’da başarı ve ülke temsiliyetini öne süren Yıldırım’a nedense kimse dur diyememiştir.  Yabancı sayısının 4 ile sınırlı olduğu 2000’li yıllarda Galatasaray UEFA Kupası ve Süper Kupayı ülkemize getirirken,  günümüzde 8 yabancılı takımlarımız Mart ayını bile göremeden Avrupa’ya veda etmişlerdir.
Bugün Spor-Toto Süper Lig’de sözleşmeli futbolcuların %51’ni yabancı futbolcular oluşturuyor.  Bunun %36 sını gerçek yabancılar, %15’ini ise orjini yurt dışı olan türk asıllı gurbetçi futbolcular oluşuyor. Maçlarda oynama sayısında ise rakam %54’lere kadar çıkıyor.

Yabancı sayısında bu rakamı geçen tek ülke %58 ile İngiltere…  Son Avrupa Şampiyonu İspanya’da bu rakam sadece %27… Bu arada İspanyolların Avrupa Kupaları'nda fırtına gibi estiğini bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Bu rakamlardan sonra nasıl bir milli takım, nasıl bir başarı, nasıl bir gelecek bizi bekliyor siz düşünün!

19 Nisan 2011 Salı

Türk Futbolu sakat kalacak



Türk Futbolu için Haziran ayı yeni bir milat olacak. 2008 yılında adeta gasp ederek Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) direksiyonuna geçenler için, yolun sonu geldi. Kimler aday olacak, mevcut yöneticiler devam edecek mi? Mahmut Özgener bırakacak mı? Başbakan kimi işaret edecek? Her yerde bu sorular yanıt arıyor.
Bu sorular yanıtlarını aramaya devam ede dursun, ama bir taraftan da maalesef TFF yönetimi Türk Futbolu'nun geleceği ile oynamaya devam ediyor. Verdikleri  ve vermedikleri kararlarla, harcamalarıyla, skandallarıyla tozu dumana katıyorlar. 
Benim en başından beri durumun vahametini aktarmaktan,  gerçekleri söylemekten dilimde tüy bitti. Ancak ben ve benim gibi düşünenler seslerini bir türlü futbolun paydaşlarına duyuramadılar.  Seçim yaklaştıkça huzursuzlukları bulunanlar ya da bu durumdan çıkar sağlamak isteyenler,  seslerini ufak ufak yükseltmeye başladılar tabii.
Yanlış tedavi hastayı öldürmese bile sakat bırakırmış. Aynı hesap Türk Futbolu da ha öldü ha ölecek, ama ölmese bile bu gidişle sakat kalacak. Mevcut yöneticilerin kadrolaşma zihniyeti ile göreve getirdikleri isimler, becerisizlikleri ile kalıcı hasarlar bırakıyor. Göreve geldikleri günden itibaren sistematik olarak, bahçıvandan kat görevlisine,  sekreterden muhasebe elemanına, avukatından hocasına kadroları tırpanlayan yönetim,  çıkardıkları her isimin yerine en az 3 kişi alarak kadrolaşmaktan bir beis duymuyor.
Nitekim bu başarısız kadrolaşmanın en çarpıcı sonuçlarını TFF'nin Avrupa Bürosu'nda da görmek mümkün.  Görevi Avrupa'da yaşayan potansiyel yıldız adaylarını Türk futboluna kazandırmak olan TFF Avrupa Büro son yıllarda adeta iflas etmiş durumda. Her ne kadar birkaç isim ön plana çıkarılmaya çalışılsa da, özellikle Mesut Özil ile yaşanan hayal kırıklıkları artarak devam edecek gibi.
Almanya Futbol Federasyonu harıl harıl yetenekli Türk gençlerini saflarına katmayı başarırken, bizim elimiz maalesef armut topluyor. Kendi ayakları ile bize gelmek isteyen futbolcularımızı bile kapıdan çeviriyoruz.
TFF Almanya Bürosu'nun nasıl bir durumda olduğunu,  Teknik Sorumlu Erdal Keser ile o tarihte Bayern Münih'te oynayan ve gelecek için büyük umutlar vadeden Mainz takımının Türk futbolcusu Deniz Yılmaz arasında geçen aşağıdaki telefon konuşmasından rahatlıkla anlayabilirsiniz.
  • § E.K - Deniz seni çok yakından takip ediyoruz. Çok formdasın. Çok yeteneklisin. Seni ilk etapta A2 Milli Takımızda oynatmak istiyoruz. Bu nedenle de bu hafta sonu kampımıza davet ediyoruz. Davet yazını hazırladık.
  • § D.Y - Kusura bakma hocam gelemem!
  • § E.K - Neden gelmiyorsun. İnsan ülkesi için oynamaz mı?
  • § D.Y - Hocam oynar oynamasına da ben ağır bir operasyon geçirdim. Bırakın oynamayı , 1 aydır antrenmana bile çıkmıyorum. Mart'a kadar futbol bana yasak.
  • § -Hımm! Geçmiş olsun, oldu o zaman ben seni sonra ararım.
Çok yakından takip ettikleri! futbolcu tam 1 aydır sakat. TFF Yakın takipte!
Öte yandan Almanya Futbol Federasyonu Genç Milli Takımlarında mücadele eden Türk asıllı futbolcu Tarık Çamdal için, arasının açık olduğu hocası ile barışması için devreye bile giriyor. Katı tutumları ile bilinen, disiplinden ödün vermeyen Almanlar maç eksiği oluşmasın diye futbolcularını tek tek takip edip, hocalarından bu futbolcuların istikrarı için özel ricada bulunuyor.
Tarık Çamdal demişken, çok yakında herkesin yakından tanıyacağı bir futbolcudan bahsediyorum. 1860 Münih takımında oynuyor. 19 yaşında ve tam 10 kez Almanya U19 takımının formasını giymiş bir futbolcu.
Geçtiğimiz günlerde bir gazete satır arasında Türk Milli takımına davet edildiğini, ama Tarık'ın bu daveti ret ettiğini yazmıştı.
Tarık ile bizzat kendim konuştum. "Cüneyt Ağabey bir kez bile davet gelmedi. Ülkemin formasını giymek için ne gerekiyorsa yaparım. Davet gelmediği ve Almanlar sahip çıktığı için mecburen Alman Milli Takımı'nda oynuyorum. Yoksa her şeyi göze alırım ve bir an bile düşünmem Ay-Yıldız için" dedi. İşin ilginci sene başında başta Galatasaray ve Beşiktaş olmak üzere tüm kulüplerimizin transfer listesine giren bu oyuncu maalesef TFF 'nin takip listesinde yok.
Elimizden kaçan Mesut'lar, kaçmak üzere olan Tarıklar, Denizler... İşte bunlar Türk Futbolu'nu belki öldürmeyecek, ama sakat bırakacak sakat!

13 Nisan 2011 Çarşamba

Bardağın dolu tarafı


Geçen gün bir gazeteci arkadaşım aradı. Türk futbolundan,  spordaki gelişmelerden sohbet ettik. Kendisi de yaşanılan olaylardan çok rahatsız olduğu halde çalıştığı kurumda tek satır yer veremiyordu gelişmelere. “Ya Cüneyt arıyorum arıyorum hiçbir olumlu yapılan iş göremiyorum. Hiç mi yok bunların yaptıkları iyi bir şey?” diye bir soru sordu.  Saniye tereddüt etmeden “Eğer aşırı kadrolaşmayı ve tasfiye hareketlerini saymazsak; Ersun Yanal ve Futbol Genel Direktörlüğü (FGM) TFF için oldukça başarılı bir yapılanma” dedim.
Gerçekten de sürekli olarak verdiği ve vermediği kararlarla skandallara ve tarihi yanlışlara imza atan Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) , eski adıyla ARPEG, yeni adıyla Futbol Genel Direktörlüğü (FGM) ile bambaşka bir görüntü çiziyor.

TFF’de yönetim değişip Gündüz Tekin Onay’da rahmetli olunca, önce Ahmet Güvener, sonra da  Milli Takımımızın eski teknik direktörü Ersun Yanal bu birimin başına tek yetkili olarak getirildi.
Mevcut yönetimin belki de en iyi yapılanması durumunda olan, FGM yaptığı çalışmalarla alkışı hak ediyor.
Ersun Yanal gibi bir tecrübeli ve başarılı bir ismin çekip çevirdiği FGM, rahmetli Gündüz Tekin Onay’ın projelerini de sürdürmeye devam ediyor.  Gündüz Hoca ile çok yakın çalışma şansı yakaladığım için projelerini, düşüncelerini, ilişkilerini en iyi bilenlerden biriyim. Zaten Rahmetli, Ersun Yanal’ı çok severdi. A Milli Takımın başına Yanal’ı ilk öneren kişi de kendisiydi.

Futsal A Milli Takımı ilk maçı öncesi
İşte o Gündüz Tekin Onay kimsenin inanmadığı bir anda, hatta yönetim kurulu üyelerinin birçoğunun karşı çıkmasına rağmen, Başkan Haluk Ulusoy’un desteğiyle Türkiye’ye Futsal’ı getirdi. Başına da eski bir talebesi olan Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcularından Ömer Kaner’i koydu. Yanal göreve geldiğinde Ahmet Güvener tarafından askıya alınan Futsal’a yeniden sahip çıktı.

Nitekim Futsal Milli Takımımız imkânsızı başarıp kurulduktan tam 5 yıl sonra çok güçlü rakiplerini geride bırakıp devlerle birlikte Avrupa Şampiyonası’nda oynamaya hak kazandı. Çoğu 15 ila 20 yıldır Futsal arenasında boy gösteren dev rakiplerine karşın, Ömer Kaner’in takımı sadece 5 yılda bu başarıyı yakaladı.
Bize böyle bir başarıyı yaşattıkları ve gelecek için bizi umutlandırdıkları için, Ersun Yanal başta olmak üzere Ömer Kaner ve ekibini canı gönülden tebrik ediyorum.  Sadece Futsaldaki başarılarıyla değil, eğitim konusundaki attıkları adımlar ve uyguladıkları projelerle de övgüyü hak ediyorlar. 

İspanya’da, İtalya’da artık Basketbolun tahtını iyiden iyiye zorlamaya başlayan, oyuncularının 6 sıfırlı rakamlara transfer olmaya başladığı Futsal, çok yakın bir gelecekte Türkiye’de de patlama yapacak.  Bunda da hiç şüphesiz kazanılacak başarıların ve yaşanılacak zaferlerin büyük payı olacak.

TFF yine kayyuma mı emanet olacak?


Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında yapılan Türkiye Futbol Federasyonu  (TFF) Olağan Genel Kurulu’ndan sonra, “TFF Genel Kurulu iptal edilecek (mi)?”  başlıklı bir yazı yazmış ve yapılan Genel Kurul’un kuvvetle muhtemel iptal edileceğini söylemiştim.  Skandallarla dolu olan ve yönetimin TFF tarihinde ilk kez ibra edilmediği bu Genel Kurul’da, Faal Futbol Hakemler Derneği’nin Başkanı ve yetkili kıldığı 5 delege yer almamaktaydı. Bu üye derneğe, Genel Kurul iç tüzüğü hükümlerine göre de gerekli tebligatlar yapılmamıştı. Bu nedenlerle; Statü de açıkça belirtildiği üzere sadece usulüne uygun olarak toplanan Genel Kurul karar alma yetkisine sahip olacağından ve bu Genel Kurul usulüne uygun toplanmadığından Genel Kurulun iptal edilmesi yönünde hak sahipleri tarafından dava açılmıştı.

TFF’nin mevcut yönetimi, “Ne yaparsam yanıma kar kalır” mantığıyla hareket ederek, kanunları bile hiçe saymaya kalkışınca,  olanlar oldu. Yetkisini kanunlardan alan Genel Kurul bu kez TFF Yöneticileri’nin çıkarları doğrultusunda toplanmış, kanun çiğnenmiş ayaklar altına almıştı. 

Ancak, TFF Yönetimi’nin unuttuğu bir şey vardı; Türk Adalet Sistemi, her ne kadar ağır aksak ilerlese de sonuca mutlaka ulaşır. Suçlular cezalarını eninde de sonunda mutlaka bulur. Nitekim peşi sıra yapılan duruşmalar sonrasında, bu konu ile ilgili karar tarihi, yüce mahkeme tarafından Mayıs ayı olarak belirlendi.  Mayıs ayı içinde yapılacak duruşmada, mahkeme bilirkişi raporları doğrultusunda Genel Kurul’un usulüne uygun olmadığına ve iptal edilip edilmeyeceğine karar verecek.

Bana ulaşan ilk bilgilere göre, bilirkişi raporları Genel Kurul’un kesinlikle iptal edileceği şeklinde. Hatta TFF yönetiminin acilen kayyuma devredilmesi gerektiği konusunda da bir görüş birliği varmış. Buna duruşmadan önce bile karar verilebilirmiş! Daha da ötesi TFF yöneticileri hakkında cezai işlem uygulanması söz konusu. 

Temmuz ayında yazdığım yazıda da söylediğim gibi bu sürpriz bir gelişme değil. Ben böyle bir gelişmeyi zaten bekliyordum. Görünen köy kılavuz istemiyordu. Zaten yerlerde sürünen Türk futbolunun marka değeri bu gelişmeler sonrasında nerede olur siz düşünün. Yöneticilerin yapılan bir genel kurula dahi şaibe karıştırmaları durumun ne noktaya geldiğini en iyi şekilde özetliyor sanırım.

İşin garibi tüm bu gelişmeleri ulusal basınımız görmezden geliyor ve sanki hiçbir şey olmuyormuşçasına sessiz kalıyor. Adeta üç maymunu oynuyor. Bir gazeteci olarak meslektaşlarımın bu denli sessiz kalmasını kabullenemiyorum. Bugüne kadar inanmıyordum ama artık bu korku edebiyatına inanmaya başladım.
Zaten ibra edilmemiş olan bir mali tablo ile usulünce toplanmamış Genel Kurul delegelerinin önüne çıkmanın tek bir izahı olabilir: Koltuk korumak! 

2008 Ocak ayında kayyum kontrolünde gerçekleşen Genel Kurul’la göreve gelenler, büyük bir ihtimalle kayyum kontrolündeki bir Genel Kurul’la Haziran ayında görevlerini bırakacaklar.