23 Temmuz 2015 Perşembe

İkiyüzlülük tavan yapmış!

Susayım diyorum, konuşmayayım diyorum, ama dayanamıyorum!
Suruç'ta yaşanan terör saldırısının savunulacak bir tarafı yok. Terörün şekli, rengi, dini olmaz!
Terör, terördür!
Ancak gerçeklerin de hiç yazılmaması, çizilmemesi çok can sıkıcı…
Her fırsatta yazıyoruz “Hukuk herkese lazım” İşte terör de öyle; Herkese aynı.
Çoğunuz Suruç’taki patlamanın görüntülerini izlemişsinizdir. Patlama esnasında gurubun sloganı neydi?
“Arin’den Sibel’e yürüyoruz zafere…”


Arin kim? Sibel kim? Biliyor musunuz?
Arin Mirkan, Ekim 2014’de Kobani’de IŞID’a karşı canlı bomba eylemi yapan, PKK’nın YPJ kadın eylemcisi. Hani bildiğimiz terör örgütü olan bebekleri öldüren, öğrencileri otobüsle evine giderken yakan, diğerlerinin servis aracını bombalayan, sokakta asker olduğu için eşinin yanında öldürmekte beis duymayan, alışverişe giden insanları yakan, belki yüzlerce yerde mayınla, bombayla insan öldüren, bütün amacı Türkleri tarihten silmek olan, toplum yararına ne varsa çalmaya çalışan, kıran, döken, büyük şehirlerde kap-kaç, uyuşturucu mafya sektörlerini ve bulunduğu örgütü arkasına alarak icra eden terör örgütünün teröristi…
Sibel Bulut, kod adı Sarya Özgür/Eylem Deniz olan, 2 Aralık 2014’de Kobani’de IŞID’a karşı kendini patlatan, kendisinden geriye sadece saçları kalan Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) militanı…
Bir canlı bombayı överken, başka bir canlı bombanın kurbanı olmak son derece ironik.
Kendi canlı bombanı kahramanlaştıracaksın ve o esnada başka bir ideolojinin canlı bombasının kurbanı olacaksın. Cidden çok manidar ama tam anlamıyla su testisi su yolunda kırılmış!
Su testisi su yolunda kırılır deyince bir çok kişi tepki gösteriyor. Bu nedenle bu kelimeye açıklık getirmek istiyorum. Bu kelimeyi bu saldırıda ölenlerin ölümünden mutluluk duyduğum anlamında kullanmıyorum. Aksine yazımın başında belirttiğim gibi terörden her normal insan gibi iğreniyorum. Lakin; Bu saldırıda hayatını yitirenlerin önemli bir kısmı daha önce de birçok olaya karışmış, güvenlik güçleri ile çatışmış, yasa dışı faaliyetlerde bulunmuş ve çokta normal bir yaşam sürmeyen kişilerdi maalesef. Kanunlara riayet eden, yasa dışı faaliyetleri olmayan insanlara göre, başlarına bir bela gelmesi daha yüksek ihtimal olan kişiler yani. Tıpkı trafikte kurallara uymayanlar gibi. Tıpkı bir askerin, polisin, madencinin, itfaiyecinin  görevini yaptığı sırada yaşamını tehlikeye atarak yaşayacakları gibi…
Orada toplanan topluluk için veryansın edenler, ellerini başına alıp, evlat acısı yaşayan binlerce askerimizin annesi için de birazcık düşündüler mi acaba? Hiç sanmıyorum!
Neyi savunuyordu bu topluluk peki?
Biri yapınca fedai eylemi, diğeri yapınca terör... Tüm bunları söyleyince faşist, söylemeyince vicdanlı... "Ben yapınca direniş, başkası yapınca terör".
İkiyüzlülük tavan yapmış!
Nedir bu, benim teröristim iyidir, IŞID kötüdür saçmalığı? Zaten PKK, masum insanları öldürmemiş, bebekleri katletmemiş, hamile karısının yanında dahi can almamış muhteşem bir yapılanmadır!
Öldürülen Türk ise bağımsızlık hareketi, yok Kürt ise terör öyle mi? Ve biz de bunu mecburen kabulleneceğiz ha? İki taraf da aynı boksunuz işte.
Nankörün biri çıkmış Türkiye'yi işgalci ilan etmiş. Öküz oğlu öküz, senin Kürdistan dediğin yer bin küsür yıldır Türk toprağı. Öyle kahpelikle falan da değil kılıç hakkıyla alındı.
Kürt lügatinde T.C. (Türkiye Cumhuriyeti bile diyemiyorlar) işgalci olduğu için bir Kürt askerlere saldırırken ölebilirmiş, bu normalmiş! Her şeyi onların lugatına göre mi tanımlıyoruz? Onların lugatına göre mi normalleştiriveriyoruz insanların ölümlerini?
Eee o zaman IŞID’ın lugatına göre de "Ayn el Arab, Kürt işgali altındaki bir IŞID şehridir ve oraya yardıma gidenler işgalcilere yardıma gidiyor demektir" belki. Bu da onların lugatının normalidir! Olamaz mı?
Öte yandan T.C dediği de biziz ha! Yanlış anlaşılmasın! Yani, bildiğin sen-ben-askere giden herkes işte.
Yakında PKK’lıları T.C. ! olarak şehit ilan edersek de şaşırmam.

27 Haziran 2015 Cumartesi

Atamaya devam

Türkiye Futbol Federasyonu seçimli olağan genel kurulu geride kaldı. Ancak seçimli genel kurul yine atamalı genel kurula dönüştürüldü.

Son olarak 19 Ocak 2006 yılında yapılan TFF seçimleri sonrasında hala seçim yapılabilmiş değil. Atama federasyonuna dönüştürülen sistem sonrasında, mevcut yönetim veya iktidar kimi isterse o başkan olmakta. Nitekim bu seçimde de aynısı yaşandı.

297 delegeden oluşan ve 280’nin hazır bulunduğu genel kurulda, onlarca futbola hizmet etmiş futbol adamı dururken, divan başkanı olarak bir siyasetçi Mehmet Baykan’ın seçilmesi bile size bu genel kurulun nasıl bir ortamda gerçekleştiği hakkında fikir verebilir.

Kulüpler genel kurulu oluşturacak delegelerini TFF’ye bildirmek zorundalar. Yani mevcut başkan, delegeleri ve delegelerdeki değişimleri anında öğrenebiliyor. Diğer adayların ise delege listelerini öğrenmeleri çoğu zaman mümkün değil. Hele ki listelerdeki değişimleri öğrenebilme şansları hemen hemen hiç yok.

Yıldırım Demirören’in adaylık için nasıl 240 imza topladığını futbol ailesindeki herkes biliyor.

Ankara’da yapılan genel kurul öncesi yaklaşık 50 – 60 delege ile sohbet etme olanağı yakaladım. İçlerinde bazıları ile dostluklarım oldukça fazla. Hemen hepsi Demirören’in kendilerine yaptığı baskıdan, tehditlerden bahsetti. İmza konusunda yaşadıkları sıkıntıları dile getirdi.

Özellikle Trabzonspor delegeleri vicdanları ile başkanları arasında sıkışıp kaldılar. Aralarında en korkusuz olanı Yakup Aslan çıktı. Vicdanının sesini dinleyerek ve adeta isyan ederek daha önce baskıyla imza verdiği Yıldırım Demirören’den imzasını çekerek, Haluk Ulusoy’a imza verdi.

İmza çekmek konusu gündeme gelmişken hemen bahsedeyim. Daha önce Haluk Ulusoy’a imza vermiş olan Ahmet Çakar, gördüğü LÜZUM üzerine imzasını Twitter üzerinden bile geri çekebilirken; Yıldırım Demirören’e baskı altında imza vermiş delegeler, yasal dilekçe ile imzalarını geri çekemediler.

Haluk Ulusoy’un topladığı 65 imzanın tamamı kendisinin ifadesi ile HELAL’dir. Bu imzalar, ne bir tehdit ne bir baskı ile alınmıştır. Bu 65 delegeden 26’sı daha önce Yıldırım Demirören’e imza vermişseler de, sonrasında kararlarını değiştirmişler ve resmi dilekçe ile bunu ispatlamışlardır.  Başvuru dilekçelerinde açıkça “Daha önce verdiğim imza geçersizdir, irademi değiştirdim “ diye belirtmelerine rağmen bu delegelerin imzaları sportif! divan başkanı Mehmet Baykan tarafından mükerrer sayılmıştır.

Yıldırım Demirören gibi 240 imza almış, divan başkanını 135 imza ile belirlemiş bir adayın aslında 65 imza almış bir adaydan bu kadar korkmaması gerekir. Mükerrer olmayan ancak karşı taraf geçmiş 26 imzadan kendisi vazgeçmeli ve bu kadar güçlüyse sandıkta zafer elde etmesi gerekirdi.

Ancak Yıldırım Demirören’in seçime gitmek gibi bir niyeti hiç olmadı. Muhalif olanlara her türlü zorluğu çıkardı. Kendi yönetim kurulunda olmasına karşın, sonradan fikir ayrılığına düştüğü Yemen Ekşioğlu’nu bile salona sokmadı. Hatta gazeteci olarak girmesine dahi engel oldu, akreditasyonunu iptal etti.

Salonda alakasız isimler bile konuk olarak yer alırken, Haluk Ulusoy’un yönetim kurulu listesinde yer alan avukatını dahi salona sokmadılar. Bu konudaki tüm yasal mevzuat yok sayıldı. Konuk olarak salona girmek isteyen ve bu konuda yasal olarak başvuruda da bulunmuş olan oğlu darp edildi. Sonrasında kerhen sekreterinin yanına gelmesine izin verdiler. Ancak avukatlarını kesinlikle salona yaklaştırmadılar. Buna karşın Yıldırım Demirören listesinde yer alan fakat delege olmayan ve salonda bulunması için hiçbir vasıf taşımayan Nihat Özdemir elini kolunu sallayarak salonda dolaştı.


Haluk Ulusoy seçime haksız bir şekilde sokulmamıştır. Mağdurdur ve mazlumdur. Yıldırım Demirören’in 26 imza için kaçtığı sandık mahkeme ile de olsa eninde sonunda karşısına gelecektir.

21 Haziran 2015 Pazar

TFF'de Başkan nasıl seçiliyor?


Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ciddi bir yol ayrımına geldi. Türk Futbolu 25 Haziran’da seçim yapacak mı yoksa atamayla mı yoluna devam edecek?

Adı her ne kadar seçim olsa da 25 Haziran’da toplanacak TFF Genel Kurul Divanı’na kadar seçim olup olmayacağı belli değil. Nasıl mı?

TFF Başkanlığına isteyen herkes “aday olmak” için müracaat edebiliyor. Ama aday olamıyor. Çünkü TFF talimatlarına göre aday olunmuyor, aday gösteriliyor aslında.

Futbolla alakası olmayan, futbol topunu görse “bomba” diye karakola götürecek herhangi biri bile “Ben aday olmak istiyorum” diyerek, ilan edilen genel kurul tarihinden 7 dün öncesine kadar TFF’ye başvurabilir. Ancak başvurmuş olması, seçime girebileceği anlamına gelmiyor. Çünkü kulüpler tarafından bildirilmiş ve küçük bir kısmı da doğal olarak bu hakkı kazanmış bugün için toplamda 297 delegeden 5’te 1’nin imzasını alamayan, bırakın aday olmayı, salona bile giremiyor.

Yani 1977 den bu yana futbolun hemen her alanında bulunan TFF’nin ilk seçilmiş başkanı olan, TFF Onursal Başkan ünvanını taşıyan, UEFA’nın yıllarca 1. Asbaşkanlığını ve FİFA’nın İcra Komitesi üyeliğini yapmış Şenes Erzik bu seçimlere girmek istese, 60 kulübün imzası olmadan “Ben adayım” diyemez. Tıpkı sizin gibi tıpkı benim gibi. Onunla aramızda hiçbir fark yok!

Her aday delegelerden açık açık imza almak zorunda. İmza veren delege, imza verdiği adayın seçilememesi durumunda başına geleceği hesap etmek durumunda.  Anlayacağınız çok ama çok demokratik ortam!

Bu yazdıklarım seçimlerin ne kadar demokratik ve mantıklı olduğu ile ilgiliydi. Bir de bu işin masa başı var ki hiç sormayın!

Türk futbolunda şu anda görünmeyen iğrençliklerle dolu ciddi bir savaş var.

Kavgalar, küfürler, tehditler rüşvetler… Aklınıza belki gelebilecek, ama hayalini asla kuramayacağınız bir dünya ayak oyunu.

Sıradan bir futbolsever bu iğrençlikleri görse, bırakın tribüne gitmeyi, televizyonda bir maç görse kanal değiştirir.

İşte bu ortamda Haluk Ulusoy bildiğiniz bir mucize peşinde. Nasıl bir yarışta olduğunu tahmin bile edemezsiniz.

Karşısında sadece TFF’nin mevcut başkanı ve bir medya patronu olan Yıldırım Demirören yok! Kulüpler Birliği Başkanı Göksel Gümüşdağ da olanca gücüyle Ulusoy’un başkan olmaması için elinden geleni yapıyor.

Haluk Ulusoy daha adaylığını bile açıklamadan hakkında karalama kampanyası başlatıldı. Psikolojik baskı ile algı oluşturuldu. Eski ve yeni sporcularla locasında yaşadığı gol sevinci farklı yönlere çekilmeye çalışıldı. Oysa ki Haluk Ulusoy Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’nın ilk açıldığı günden bu yana loca sahibi. Her maçta, her takımdan, her siyasi görüşten dostunu konuk ediyor. Bu loca adeta futbol tekkesi gibi. Kapısı herkese açık. Ama nedense bugüne kadar hiç gündeme gelmeyen bu konu bir anda gündeme geldi.

Mevcut Başkan Yıldırım Demirören Milli Takımımız için hayati önem taşıyan! Kazakistan maçına tüm kulüp başkanlarını TFF olanakları ile götürdü? Çünkü bu maç çok önemliydi. Yoksa Demirören’in amacı orada asla TFF seçimi ile ilgili toplantılar yapmak, çeşitli vaatlerde bulunmak, delege olanlardan imza almak değildi.

Kulüpler Birliği Başkanı daha hiçbir adayın belli olmadığı bir anda, hem de tüm kulüplerin uzlaşı halinde olmamasına rağmen çıkıp Yıldırım Demirören’i destekleyeceklerini açıkladı. Bu toplantı da Göksel Gümüşdağ, Cumhurbaşkanımızı kastederek “Beyefendi Yıldırım Demirören’in bir dönem daha devam etmesini istiyor” diyerek üstü kapalı adeta kulüpleri tehdit etti.

Zaten, Yıldırım Demirören ve kurmaylarının delegeleri tek tek arayarak “Eğer bize imza vermezseniz seçim sonrası ne olacağını bilemeyiz?” demelerini baskı olarak görmemeliyiz!

Haluk Ulusoy tüm engellemelere, baskılara rağmen bu mücadelenin içine girdi. “Oyum sizin, ama imza istemeyin” diyen delegelere, önce imza verip sonra gördüğü LÜZUM üzerine imzasını geri çeken sözde futbol kahramanlarına, ağza bile alınmayacak küfürlerle Yıldırım Demirören’e küfürler yağdıran ama iş imza vermeye gelince kaçacak delik arayan DELİKANLILARA rağmen Haluk Ulusoy gerekli imzayı toplamış görünüyor.

Eğer son dakikada imza veren delegeler bir tezgah yapmaz ve mükerrer imza oluşmazsa bu sefer sandıkta bir imtihandan geçilecek.

Altı üstü 297 delege için sizce kaç sandığa ihtiyaç vardır? Tek sandıkta bile çözülebilecek bu seçim için 8 sandık hazırlamak ne kadar iyi niyetli bir yaklaşım?

Hem de hangi sandıkta hangi kulübün kullanacağı akıl almaz bir sistemle dizayn edilmişken. Yani aslında pek de gizli bir seçim olmayacak. Futbol dünyasının içinde olan ve o gün o salonda bulunan herkes hemen hemen kimin kime oy verdiğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebilecek.

Ne kadar demokratik değil mi?


14 Haziran 2015 Pazar

Bir sonraki seçim 10 yıl sonra olmasın!

Türk futbolunda tam 9, 5 yıl sonra ilk kez bir seçim yapılacak. Futbolun kaderi belirlenecek.

Türkiye Futbol Federasyonu’nda (TFF),  iki adayın en son yarıştığı seçim, 19 Ocak 2006 yılında Haluk Ulusoy’un hükumet destekli Ayhan Bermek’e karşı elde ettiği zaferin yaşandığı genel kurulda yapılmıştı.

Sonrasında Haluk Ulusoy yönetiminin çeşitli bahanelerle defalarca istifası istenmiş, onlarca müfettiş ile soruşturulmalar yapılmış, hiçbirinden  sonuç elde edilemeyince de, zamanın Genel Sekreteri Lütfi Arıboğan içeriden -turuva atı gibi- kayyum olarak atanarak, sözde seçime gidilmişti.

Bu seçimde adeta olağanüstü hal kuralları uygulanmış, tüm delegeler tek tek aranarak, kimisi iddia alacakları, kimisi vergi soruşturma tehditleri ile ikna edilmiş! ve Hasan Doğan darbe yaparcasına 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi koltuğa oturtulmuştu. 

Haksız bir şekilde koltuğa gelen Hasan Doğan da, Haluk Ulusoy ve arkadaşlarının başarısını yok sayarak, adeta tek başına sahiplendiği 2008 Avrupa Şampiyonası sonrası sözde kahraman olarak hakkın rahmetine kavuşmuştu.

Ardından hep atama yaparcasına, işaret edilen isimler aday oldu ve adayların karşısına rakip çıkmadı. 

Önce Mahmut Özgener şike illetini yaşattığı, skandallarla dolu bir döneme imza attı. Mahmut Özgener döneminde, TFF özerkliğinden o güne kadar ilk kez ekonomik anlamda bütçesinde açık verdi.

Sonrasında göreve Mehmet Ali Aydınlar getirildi. 

Kimse karşısına çıkıp aday olamadığı için, (Hani benim ön ayak olmamla aralarında şarkıcı, mimar, öğrenci gibi kişilerin bulunduğu ön adayları çıkardığım o meşhur sözde seçimle) oturdu koltuğa. 

Daha bir hafta geçemeden şike bombası elinde patladı. Misyonu belliydi. Daha önce yöneticisi olduğu kulübü düşmekten kurtarmak ve zirve mücadelesi içinde tutmak için bir dünya fırıldak çevirdi. UEFA ile pazarlık yaptı. Ama gel gelelim kulübünü ikna edemeyince istifa etti.


Yerine bu kez işaret edilen isim Beşiktaş’ı ekonomik anlamda batağa sürükleyen, kendi taraftarlarının “Yeter Yıldırım Demirören yeter” tezahüratlarını bestelediği, ve kendisini “Tüpçü” diye adlandırdığı iş adamıydı.

Bu seçimlerin hiçbirinde bu atanan isimlerin karşısına bir futbol adamı çıkıp gerekli imzayı toplayıp aday olamadı.

Yıllar sonra ilk kez bir seçimde gerçek anlamda iki ya da daha fazla adayın yarışması söz konusu…

Ama gelin görün ki Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın eşinin tarafından damat olarak anılan , lakabı “Altın ….” bilinen Göksel Gümüşdağ, kapalı kapılar ardında tekrar Yıldırım Demirören’in işaret edildiğini iddia ediyor. Her platformda onun için çalışıyor.  Üstü kapalı tehditlerle imzalar topluyor, destek arıyor…

Açıkçası ben Cumhurbaşkanımızın bu kadar yoğun bir gündem içinde, işi gücü bırakıp TFF seçimleri ile ilgileneceğine pek ihtimal vermiyorum. Hatta kulağıma gelen dedikodulara göre Cumhurbaşkanımızın kardeşi Mustafa Erdoğan da Göksel Gümüşdağ’dan nefret ediyormuş, futboldan elini çekmesi için olanca gücü ile çalışıyormuş. Bunlar dedikodu! Ama ateş olmayan yerden de duman çıkmaz.

Zaten pek de adil olmayan rezil bir seçim sistemine sahip TFF’de, dengesiz bir yarış söz konusu. Bu tür siyasi müdahalelerin, iftira ve karalama kampanyalarının bu kez geri tepeceğini düşünüyorum. Çünkü adaylık için imza vermeye korkan bir çok delegenin, sandıkta imza verdiği adaydan farklı bir adaya oy vereceğini biliyorum. Bunlara bizzat şahidim.

Tabii Göksel Gümüşdağ daha önce başvurduğu kirli oyunlara yine başvurursa durum değişebilir. Malum 2006 öncesi yapılan bir seçimde akıllara ziyan bir yönteme başvurulmuştu. Bu yöntemin mimarı yine “Altın ….”’di. Oy pusulaları sınırlı sayıda oy verme kabinlerine konulmuş, oyunu kullanan delegeden sandığa atmadığı pusulayı göstermesi istenmişti. Bu pusulayı Göksel Gümüşdağ’a göstermeyen delegeler türlü türlü yaptırımlarla karşı karşıya kalmıştı. Ama bu kez bu tür bir yönteme cesaret edilebileceğini sanmıyorum.

Asıl demokrasi bu seçimlerde yaşanacak.  297 delegeden 60 imza toplama başarısını gösteren aday olarak yarışabilecek. Her delege sadece bir adaya oy verebiliyor. İmza veren delegeler daha sonra adaylarını elbette değiştirebiliyorlar ama diğer imzasının geçersiz olduğunu belirmeleri zorunlu.

Duygun Yarsuvat’ın neden aday olduğunu kimse anlayabilmiş değil. Yıldırım Demirören’e imza vermek istemeyen ancak Haluk Ulusoy’a da imza vermekten çekinen Galatasaray’ın bir staretejisi olduğunu iddia edenler var. Ben Duygun Yarsuvat’ın yeterli imza sayısına ulaşabileceğine inanmıyorum.

Benim koordinatörlüğünü Ebru Aykaç'ın sunuculuğunu 
Turan Sofuoğlu'nun teknik direktörlüğünü yaptığı
 Futbolstar'da, Erdal Alkış (arkada) programın yapımcılığını üstlenmişti.
Birkaç kelime de adı sanını futbol kamuoyunun bilmediği diğer adaydan bahsedeyim. Ön aday olarak sahneye çıkan Erdal Alkış daha önce Star TV’de yayınlanan Futbolstar’ın yapımcılığını üstlenerek eline yüzüne bulaştırmış bir kişi. Koordinatörlüğünü yaptığım bu yarışmada ben dahil bütün çalışanlarının parasının üstüne oturmuş, yarışmacılara verdiği vaatlerin hiç birini yerine getirmemiş, isim peşinde koşan, eski İçişleri Bakanı Abdüladir Aksu’ya yakınlığıyla bilinen ve şimdi burada sırf mahkemelik olmamak için kullanmayacağım bazı hoş olmayan sıfatlara layık bir kişilik. Kaile bile almaya değmez. Bırakın 60 imzayı, bir imza bile alamaz.

Yıldırım Demirören dışında aday olacak hiçbir aday, son dakikaya kadar Yönetim Kurulu adaylarını açıklayamaz. Çünkü anında bu isimler baskıya maruz kalır. Yaptırımlardan nasibini alır. Bu isimler ancak seçim gecesi belli olur.

Umarım adil bir seçim olur.. Umarım bir sonraki seçim 10 yıl sonra olmaz. Umarım Türk futbolu kendine yakışan bir başkan seçer...


8 Ocak 2015 Perşembe

Sahibinden az kullanılmış satılık delege!

2008 Şubat ayında yapılan darbeyle siyasi güçlerin eline geçen Türkiye Futbol Federasyonu, o günden bu yana izlediği yönetim anlayışıyla adeta kapalı rejim ile yönetilen bir ülke gibi. Hani o ülkeyi gerçek yaşamdan örnek vermek gerekseydi hiç tereddüt etmeden Kuzey Kore örneğini verebilirdim.

O tarihten bu güne gelen başkanlar arasında bir tek Yıldırım Demirören delegelerin seçimleri ile o koltuğa oturdu. Çünkü gerek Hasan Doğan gerek Mahmut Özgener ve gerekse de Mehmet Ali Aydınlar her ne kadar seçimle gelmiş gibi gözükseler de o koltuğun atanmış isimleriydi.

Yıldırım Demirören’de ise durum daha farklıydı. Evet o delegenin hür iradesi ile seçildi. O da işaret edilmişti ancak karşısına rakip çıksaydı belki durum farklı olabilirdi. Bu nedenle her ne kadar, ne kendisini ne icraatlarını sevsem de, makamına saygı duyuyorum. Onun seçildiği genel kurulda asıl farklı olan delege yapısı ve delegenin düşüncesiydi!

Bir kere bugün taraflı tarafsız futbol camiasının içindeki herkes, o makama icazet alınmadan gelinmesinin imkânsız olduğunu biliyor. Mevcut delege yapısı bunu mümkün kılıyor.

Türkiye’de 80 milyon insan yaşıyor. Sanırım bunun hiç yoksa en az yarısı futbolla ilgileniyordur. Hadi biz daha makul olalım ve 25 milyon kişinin doğrudan futbolla ilişkisinin olduğunu varsayalım. 25 milyon kişiyi ilgilendiren bir kurumu yönetecek kişiyi sadece 268 kişi seçiyor.

Ha diyeceksiniz ki taraftarı ne ilgilendirir Türk Futbolunu yönetecek kişi. Peki, o zaman ilgili rakamı değiştirelim. Ülkemizde 127 profesyonel kulüp var. Alt liglerde amatör olarak 15 bine yakın takım var. Türkiye’de faal olarak futbol oynayan 4500’e yakın profesyonel, 250 bin civarı amatör ve toplamda yaklaşık 500 bin lisanslı futbolcu var. Her kulübün yönetim kurulu da en az diyelim ki 7 kişiden oluşsa yaklaşık 110 bin civarı yönetici var demektir. 12 binin üzerinde lisanslı antrenör, 7 bin civarı ise futbol hakemi var. Futbol için hizmet veren sağlık personelinin sayısını tam olarak tespit etmek çok zor olsa da yaklaşık 6-7 bin civarı olduğunu varsayabiliriz. Menajerler, profesyonel çalışanlar, gazeteciler…

Bakın basit bir bakkal hesabıyla taraftarları ve bu futbolun içindeki aktif insanların ailelerini bile hesaba katmadan 700 bin kişiye ulaştık.

Peki soruyorum 700 bin kişiyi doğrudan ilgilendiren bir kurumun yönetimi 268 kişi tarafından mı seçilmeli?

Ülkemizin futboldaki lokomotif kulüplerinin başkanları, Fenerbahçe’de 16 bin, Beşiktaş’ta 12 bin, Galatasaray’da 8 bin, Trabzonspor’da ise 7 bine yakın üyenin oyları ile belirleniyor.

TFF Başkanı ise 268 oyla!

Bu 268 üye de adil ve doğru seçilmiş olsa bari! Nerede? 

Bakın TFF delegeleri kimlerden oluşuyor:

a) Türkiye Profesyonel futbol en üst ligindeki kulüplerin başkanları ile altı delege,
b) Türkiye Profesyonel birinci ligde yer alan kulüplerin başkanları ile bir delege,
c) Türkiye Profesyonel ikinci ligde yer alan kulüplerin başkanları,
d) Türkiye Profesyonel üçüncü ligde yer alan kulüplerin başkanları,
e) Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu başkanı ile Yönetim Kurulu tarafından ayrıca belirlenecek dokuz delege,
f) Profesyonel Futbolcular Derneği başkanı ile en fazla (A) Milli olmuş ve faal futbolculuğu bırakmış beş delege,
g) Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği başkanı ile en uzun süre (A) Milli Takım teknik direktörlüğü yapmış beş delege,
h) Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği başkanı ile ön eleme müsabakaları hariç UEFA Şampiyonlar Ligi ya da bu lig öncesinde bu statüye denk organizasyonlarda en fazla müsabaka yönetmiş beş delege, (Başkan ve diğer beş delegenin de faal olmaması şarttır.)
i) Bünyesinde futbol dalı bulunan engelli spor federasyonlarının başkanları,
j) FIFA veya UEFA İcra Kurulu’nda görev yapmış kişiler,
k) FIFA veya UEFA komitelerinde fiilen en az on yıl görev alan kişiler,
l) Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığını asaleten yapmış kişiler.

127 kulübü temsil eden kişi sayısı 253 ve tamamı faal! 500 binin üzerinde futbolcuyu temsil eden ise sadece 5 kişi ve hiçbiri faal olmamak zorunda! 12 bin kişilik antrenör ordusunu da 6 binin üzerindeki hakem ve gözlemciyi de temsil eden kişi sayısı yine 5! Onların da faal olması yasak!

Ne kadar adil değil mi?  Tüm olanı biteni gazetelere ve ekranlara yansıtan spor basınından herhangi bir temsilci olmayışını geçtim hadi, statları doldurup, ekranları başında takımlarına gönül vermiş ve bütün bu milyarlarca ekonominin dönmesine neden olan taraftardan dahi tek bir temsilcisi yok!

Ve maalesef delege sayısı bu kadar az olunca bugünkü tablo ortaya çıkıyor. Siyaset de bulaşıyor çıkar sahipleri de…

Delege Başı 100 Bin USD!

Türkiye Futbol Federasyonu’nda Haziran’da olağan seçim var. Futbol yeni başkanını seçecek. Aldığım duyumlara göre bu kez siyaset müdahil olmayacak. Zaten hemen öncesinde Türkiye genel seçimden çıkmış olacak.

Adaylığını da ilk açıklayan yaptığı icraatlarla sürekli kan kaybeden mevcut Başkan Yıldırım Demirören oldu. Kimilerine göre bu erken adaylığın en önemli nedeni başta Göksel Gümüşdağ olmak üzere adaylığa hazırlanan kişilerin önünü kesmekti.

Ancak bu kez kulislerde dolanan iddia çok vahim. Yıldırım Demirören’in delegelere 100’er bin USD teklif ettiği söylentileri dolanıyor. Akıl almaz gibi görünen bu rakam, söz konusu delege yapısı dikkate alındığında çok da büyük değil aslında. Bahsi geçen rakam tüm delegelere dahi verilmiş olsa 30 milyon dolar yapar ki bu da Yıldırım Demirören vakti zamanın da Beşiktaş’a öyle ya da böyle harcadığı rakamın yanın da devede kulak kalır! Değil parayla canına rağmen, oyunu satmayacak delegeler de var o yapının içinde, ama gelin görün ki 100 bin USD için her şeyi yapabilecek karakterler daha çoğunlukta.

Aslında bu bir ilk değil! Geçmişte belki delegeyi satın almak için değil ama gönlünü çelmek için her genel kurul öncesi delegelere hediyeler verilirdi. Bu kapıyı ilk açan da Ayhan Bermek olmuştu. Aday olduğu seçimde tüm delegelere cep telefonu hediye etmişti. Böylece bu kapı aralanmıştı.
Gelinen noktada ise yukarıda bahsettiğim rakamlar telaffuz edilmeye başlandı…

Delege yapısı ile ilgili söylenecek, önerilecek çok şey var. Mantıklı ve makul delege sayıları ile çok daha sağlıklı bir yönetim teşkil edilebilir. Ancak bu kimsenin işine gelmez. Futbolun paydaşlarının daha dengeli ve daha çok temsil edildiği, futbolun gerçek sahibi futbolcuların ve hakemlerin daha ağırlıklı olmak üzere, amatör futbola gönül vermiş yöneticilerin de yar aldığı, spor basınından, taraftarına kadar her kesimden oluşacak bir genel kurulun seçeceği bir yönetimin nasıl güçlü olacağını sanırım tahmin edebilirsiniz.

Passolig için müthiş çözüm!


Hatta biraz ütopya yapacak olursak;

Tribünler dolmuyor. Seyirci tribünlere küstü. Futbola ilgi azaldı diyoruz ya! Madem Passolig var, madem herkes fişlendi! Bırakın seçimi de taraftar yapsın. Milletin iradesi söyleminin bu kadar çok kullanıldığı bir atmosferde futbolseverin iradesi de böylece gündeme gelsin!

Adayları kulüpler belirlesin, ama seçimi de elektronik Passolig sahibi taraftar yapsın. Nasıl olsa bu kart herkese mecbur. Yöneticiler, futbolcular, hakemler de birer Passolig çıkartır. Alın size muhteşem bir seçim! Yer mi?

Bakın o zaman nasıl Passolig sayısı artıyor siz bile inanamazsınız!