22 Temmuz 2012 Pazar

Fenerbahçe UEFA’nın başına bela oldu


Ülkemizde yaşanan şike soruşturması ve akabinde ortaya çıkan sonuçlar bir tek Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) sorunu olmaktan çıkıp, dünya futbolunun sorunu haline gelmeye başladı.

Açılan soruşturma sonrasında ortaya çıkan belgeler ve deliller neticesinde alınması gereken kararlar alınmayınca ve de TFF tarafından suçlu takımlar korunmaya kalkışınca, rahatlıkla çözülebilecek bir sorun işin içinden çıkılmaz bir durum halini aldı.

Her ne kadar Spor Bakanımız işin içine siyaset karışmadı dediyse de, bir gecede değişen henüz hiç uygulanmamış bir yasa, oy kaygısıyla mahkeme devam edilirken verilen beyanatlar, soruşturmanın içindeki bir kulübün başkanını TFF Başkanlığı için desteklemek ve UEFA ile yapılan pazarlıklar bunun aslında pek de öyle olmadığını ortaya koyuyor.

Zaten, soruşturmayı başlatan ve yürüten, ardından da ceza veren mahkemenin kararlarına karşın, TFF’nin ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranması, aslında durumun ne kadar vahim olduğunun ispatı değil mi?

İşin en garip ve başından beri kavrayamadığım yanı ise UEFA’yı da kendimize benzetmemiz olmuştu. Daha önceki bütün benzeri konularda ivedilikle ve kesin çözümler üreten ve bunu uygulatan UEFA bu kez  işi ağırdan aldı. Diğer Avrupa ülkelerinden gelen baskıları bile göğüsledi.

Ancak geçtiğimiz hafta durum değişti. TFF içinde etkin bir görevde yer alan ve UEFA ile ilişkileri çok güçlü olan bir arkadaşım, FİFA’nın bu konuyla artık kendi ilgilenmeye başladığını belirterek, “Yıllarımı bu işe verdim. FİFA’nın yazmış olduğu mektup bugüne kadar gördüğüm en sert FİFA - UEFA yazışması” dedi. FİFA, UEFA ve TFF’ye gönderdiği yazıda, bu konuda bugüne kadar atılan adımların bir raporunu isteyerek adeta kulak çekmiş.

Zaten UEFA Genel Sekreteri Gianni Infantino da bu yazışmanın hemen ardından basında yer alan Fenerbahçe ile ilgili sürecin bitmediğine dair açıklamayı yaptı.

Ancak başından beri korktuğumuz yaptırım ile karşı karşıya kalma tehlikesindeyiz. TFF’nin mahkemede ortaya çıkan delil ve gerçeklere rağmen, UEFA ve FİFA’ya yanıltıcı ve taraflı bilgi aktarması sonrası, soruşturmaya FİFA’nın doğrudan müdahale etmesine yol açtı. Bu da beraberinde TFF’nin ceza almasını tekrar gündeme geldi. 

Bütün bu yaşananlar ve TFF, kulüpler, UEFA ile FİFA ilişkisi bana çok sevdiğim bir fıkrayı hatırlattı.  Umarım TFF’nin sonu fıkradaki gibi olmaz.

Ormanda kral seçimi yapılmış ve en iyi kulis yapan eşek "Ormanın Kralı" seçilmiş.

Eşek ertesi sabah kral olarak uyandığında "Acaba rüyamda mı kral seçildim" diye kuşku yaşamaktaymış. Ormanda ilerlerken uzakta bir kurt görüp anırmış. Eşeğin anırtısını duyan kurt yere kapanmış ve "Kral hazretleri, hoş geldiniz" demiş.

Bu durum eşeğe güven vermiş. Önüne çıkan her hayvana anırmaya başlamış. Onu duyan hayvanlar da yere kapanıp "Kral hazretleri hoş geldiniz" diyorlarmış.

Bakmış bir aslan bir ağacın gölgesinde uyuyor.

Aslanın kulağına doğru şiddetle anırmış.

Aslan uyanıp gözünü açmış... Başının ucunda duran eşeği bir pençe atıp öldürmüş.

Meğer aslan kral seçimi yapılacağını da, bu seçimin sonucunu da duymamış.

12 Temmuz 2012 Perşembe

İtibarınız kadar konuşun


Türkiye Futbol Federasyonu (TFF)’nin iyi idare edilemediğini, itibarının yok olduğunu, marka değerinin ayaklar altında olduğunu söyleyip duruyorum. Bunları yazarken laf olsun diye yazmıyorum ya da işkembeden atmıyorum. Yazdığım her satırın, söylediğim her sözün arkasındayım.

Peki, Türk Futbolunun marka değeri, itibarı nasıl belirlenir? Kriterler ne? Ne zaman iyi yönetildiğini iddia ederiz?

İtibar yönetimi diye bilimsel bir olgu var! Olmazsa olmazlar ve olmayacaklar var.

Lider Kalitesi
Bir kurumun itibarı öncelikle liderinden kaynaklanır. Lider dediğimiz kişi o kurumdaki herkes tarafından benimsenmeli, kişisel itibarı da en az temsil ettiği kurum kadar güçlü olmalıdır. Lafına, sözüne inanılmalıdır. Geçmişi temiz olmalıdır. Yaptığı işte belli başarıları bulunmalıdır. Yani eğer Türk futbolunda itibardan bahsedeceksek öncelikle bu saydığım kriterleri taşıyan kaliteli bir liderimiz olmalıdır.

Yönetim Kalitesi
Lider yöneteceği kurumu tek başına yönetmez. Bir ekibi vardır. Bu ekibin her bir bireyi aynı kalitede olmayabilir. Bazen bazı isimler alanlarında uzman oldukları için yönetimlerde yer alırlar.  Bu kişilerin eksik yanları, yönetim içindeki diğer bireyler tarafından giderilir. Önemli olan yönetim kalitesidir. Eğer verilen kararlarda kalite ve başarı varsa itibar konusunda bir adım daha ileriye gittiniz demektir.

Ürün-Hizmet Kalitesi
Türk futbolunun yönetilmeyi bekleyen başlı başına ürünleri vardır. Bu ürünlerde belli bir standartı ve kaliteyi yakalamalıdır ki toplam kaliteye etkileri olsun. Aslında bunlar işin vizyonudur bir anlamda. Süper Lig, 1. Lig, Türkiye Kupası, Milli Takım, MHK her biri Türk Futbolunun ürünleri ve hizmetleridir. Ürün defolu hizmet eksikse itibardan ve marka değerinden bahsetmek pek mümkün olmaz.

Finans
Elbette olmazsa olmazlardan biri de paradır. Para yoksa kalite düşer. Kalite yoksa itibar da yok demektir. Eğer siz gelirleriniz doğru yönetemezseniz, yakın gelecekte o gelirleri de kaybetmeye başlarsınız.  Futbolda para yönetimi de tecrübe ve itibar işidir. Kendi itibarınız ve tecrübeniz yoksa kurumun itibarından söz etmek biraz hayal olur.

Çalışan Kalitesi
İtibarlı kurumlarda çalışanların kalitesi de çok önemlidir. Eş, dost, ahbap yerine o işi bilen tecrübe ve eğitim sahibi kişiler çalıştırılırsa işler yürür. Başarı gelir. İtibar oluşur. Marka değeri tavan yapar.
Ve en önemlisi futbol bir keyif işidir. Oyundur. Bu bilinç futbolsevere aşılanmalıdır. Yani Türk Futbolunu yönetenler sosyal sorumluluk sahibi olması gereken insanlardır. Birinci vazifeleri futbolu sevdirmek, futbolseveri mutlu etmek ve onları futbolun içine sokmaktır. Herkes futbol oynamaya başlar ya da futbolun bir paydaşı olmayı başarabilirse hedefe ulaşılmış olur. Zaten hedefe ulaşmış bir kurumda itibar sahibidir.
Şimdi bu satırları okuyanlardan ellerini vicdanlarına koyarak yanıt vermesini bekliyorum. Son 4 yıldır yukarıda saydığım kriterlerin kaçı Türk Futbolunda mevcut.  İtibar ve kalite bu satırlarda gizli bakalım bulabilecek misiniz?

FUTBOLU BİZ Mİ KURTARACAĞIZ?

İşte bu itibar ve kalite ortamında haftada bir toplanarak Türk futbolu üzerine konuştuğumuz çekirdek bir gurubumuz var. İçinde spor yazarlarının, yorumcuların, muhabirlerin, spor hukukçularının bulunduğu bu gurup, köşe başlarını tutmuş örümcek kafalara inat, Türk Futbolunu konuşuyor, fikirleri tartışıyor kısacası beyin fırtınası yapıyor. Her geçen günde aramıza yeni isimler katılıyor. Çok ilginçtir bu kadar spor adamının içinde olduğu bu gurubu, futbolun çok dışından Kerim Ayanoğlu isminde gencecik bir arkadaş bir araya getirdi. Bu platformda herkes özgürce düşüncelerini dile getiriyor. Fikirler masaya yatırılıyor, olgunlaştırılıyor. Hepimizin mesleklerine katkı haline gelecek formlara dönüştürülüyor. Benim yazılarım için de buradan iyi malzeme çıkıyor. Zaten son zamanlarda futbolla ilgili yaptığım tek aktivite de bu olsa gerek.

Yazdığım yazılardan ciddi şekilde rahatsız olan bir kitle var. Muhalif tarzım, tarafsız durma gayretim ve en önemlisi objektif yansımam bazılarını mutlu etmiyor. Bunlar arasında meslektaşlarım da önemli bir yer tutuyor. Çünkü birçok gazeteci arkadaşımın çalıştıkları kurumlarda, gerek patron baskısından gerek siyasi baskıdan ve de gerekse Türk Futbolunu yöneten isimlerin kendilerine yakın olmasından dolayı, olanı biteni tüm çıplaklığıyla dile getirmeleri mümkün olmuyor. Doğal olarak bu isimler, gerçekleri dile getirenlere de sıcak bakmıyorlar. Çünkü o zaman kendi eksiklikleri ortaya çıkıyor.

İster birilerinin hoşuna gitsin ya da gitmesin, ben düşüncelerimi yazmaktan geri durmayacağım.  Her platformda bunları dile getireceğim.

Futbol Adamı diye tanımlayabileceğimiz bazı isimler de bana “Türk Futbolunu sen mi kurtaracaksın?” diye soruyorlar. Elbette futbolu ben kurtaracak değilim ama kurtaracak bir ekip olursa da seve seve o ekibin içinde yer alacağım.



7 Temmuz 2012 Cumartesi

Buyurun Cenaze Namazına


Şike soruşturmasının başlamasının üzerinden tam 1 yıl geçti. Hepimiz süreci yakından takip ettik. Eskiden futbolla yatıp futbolla kalkan bizler, şike ile yatıp mahkeme ile kalktık. Yapılanı görmezden geldik,  önümüze çıkan fırsatları elimizle bir kenara ittik, söylendik durduk, ama bir şey yapmadık ve zamanı tükettik.

İslamiyet’in en büyük dört halifesinden biri olan Hz. Ömer (R.A.) ‘in söylediği bir söz aynen gerçek oldu;  “Atılan ok, kaçırılan fırsat, söylenen söz, geçen zaman geri getirilemez.”

Şike Operasyonun yapılmasının ardından ortaya çıkan tapeler, konuşmalar, belgeler ve ilişki yumağı şikenin varlığını ortaya çıkarmıştı. Türk Futbolunun önemli 8 takımı birden bu iğrençliğin içindeydi. Polis çok güzel çalışmış yaşanılanları gün yüzüne çıkarmıştı. Ne yazık ki işin içinde Türkiye’nin en büyük iki kulübü de olunca kurallar yasalar işlemez oldu. Devreye gizli güçler girdi.

TFF’nin o dönem çiçeği burnunda, Başbakan torpilli başkanı Mehmet Ali Aydınlar, Fenerbahçe’yi düşüren Başkan olmamak uğruna Türk Futbolunu ateşe atmaktan bir beis görmedi. Daha hiç uygulanmamış olan 4 aylık kanun bir gecede bütün partilerin katılımıyla değiştiriliverdi. Kimsenin gıkı çıkmadı. TFF başkanlığına adı şike soruşturmasında geçen bir kulübümüzün başkanı getirildi.  Bunlar atılan oklardı. Geri döndürmek imkânsız.

TFF eline geçen Türk Futbolunu kurtarma şansını eliyle bir kenara itti ve günü kurtardı. Adı şikeye bulaşmış kulüplere vereceği bir ceza ile hem saygınlığını, hem otoritesini hem de bir anlamda namusunu koruma şansını kaçırdı.  Temizlenme ve aklanma hayal oldu. Marka değeri yerlere düştü. Fırsat kaçtı. Geri gelmesi imkânsız.

Maalesef, amatör ruh profesyonel yönetim olmadığı için, profesyonel ruh ve amatör yönetimle buraya kadar gelinebilirdi. Amatörce söylemlerde bulunuldu. Etik Kurulu önce şike var dedi, sonra yeni seçilen temiz dedi.  Sportif ceza konusunda tam yetkili olan Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK) mahkemenin ceza verdiklerini akladı. Mahkemenin ceza vermediklerine ceza verdi. Bütün bunları yaparken bağımsız davranmadı.  Verilen kararların koşulsuz kabullenileceğini düşündüler. Artık verdikleri karardan dönmeleri ve ağızlarından çıkan sözleri geri almaları imkânsız.

Tam bir yıl geçti. Ve koskoca bir sezon. Dahası şimdi yeni sezon da başlamak üzere.  Olası bir UEFA yaptırımı karşısında oynanan sezonun telafisi de yok. Hele ki yeni sezon başladıktan sonra uygulanmak zorunda olacak bir cezanın izahı bile yok. Biliyorum, mevcut durumda takımlar ceza almayacak gibi duruyor. Ama ben hala UEFA’nın bu konuda bir yaptırım uygulayacağı konusunda ısrarcıyım. Görüldüğü gibi geçen zamanı geri getirebilmek de mümkün değil.

Ben bir yazımda “Böyle giderse Türk Futbolu sakat kalacak demiştim”. Maalesef sakat kalmak bir yana kurtaramadık Türk Futbolunu ve kaybettik. Artık Türk futbolu için sala veriliyor. Mevta olmuş bir vaziyette musalla taşında bekleyen Türk Futbolu için artık Fatiha okumaktan başka çaremiz yok.  Ancak cenaze namazı sonrası ne yapabiliriz ona bakmak lazım.

3 Temmuz 2012 Salı

Türkiye Seninle Gurur Duyuyor!


Bas bas bağırdık, çırpındık, haykırdık… Türk Futbolu elden gidiyor, günden güne eriyor dedik. Yaşanılanlar, yapılanlar işi her geçen gün daha dönülmez noktaya taşıyor dedik. Sesimizi bir türlü duyuramadık. Maalesef sessiz çoğunluğun, zayıf çığlığı olduk…

Birçoğunuz gibi ben de adliye sürecini bilmezdim. Hatta bir insan nasıl tutuklanır, sonra nasıl hüküm yer bu tür detaylarını ilk kez bu şike operasyonu ile birlikte öğrendim.  Bir tek tutuklananların değil, futbol camiasının içinde olan herkesin yaşam şekli değişti bir yıl önceki operasyonla birlikte.


Tutuklananların birçoğu arkadaşımdı. Tutuklamalar karşısında çok üzüldüm. Birkaç tutuklama hariç elbette. Üzülmediğim isimlerin en başında masumiyetine en başından bu yana inanmadığım Aziz Yıldırım geliyordu. Nitekim haklı çıktım; Mahkeme kesin kararını verdi: Masum değil! Örgüt kurmaktan 2,5 yıl, şike ve teşvik primi vermekten 3 yıl 9 ay hapis cezası aldı.

Buna karşılık gerek mahkeme önünde gerekse de cezaevi önünde toplanan bir gurup taraftar “Türkiye seninle gurur duyuyor” şeklinde tezahürat yaptılar. Gerçekten Türkiye şike yapan, örgüt kurmaktan ceza alan birinden mi gurur duyuyor? Hiç sanmıyorum! Burası Muz Cumhuriyeti değil. Geçmişi başarılarla dolu, medarı iftiharımız, anlı şanlı koskoca Fenerbahçe Spor Kulübü, kendi adını şikeye bulaştıran, dünyaya rezil eden, maddi manevi yaptırımlara maruz kalmasına neden olan bir suçludan gurur duymaz, duyamaz. Çünkü Fenerbahçe bir tek Aziz Yıldırım taraftarlarının, Fenerbahçe taraftarlarının değil, Türkiye’nin bir değeridir. Tıpkı Galatasaray, tıpkı Beşiktaş gibi.


Şike soruşturması başladığında önce “Mahkeme ne derse o,  Türkiye Futbol Federasyonu’nu (TFF) tanımayız” diyenler, TFF’nin verdiği eyyamcı lehte kararlar sonrasında, “TFF ne derse o mahkemeyi tanımayız” diyerek, mahkemenin kararlarını hiçe saymaya başladılar. Bir türlü tutarlı olamadılar. Şimdi aynı isimler Yargıtay kararını bekliyorlar!


Hemen hatırlatayım, Aziz Yıldırım’ın cezası Yargıtay tarafından onandığı an 3 sene 2 ay daha ceza yatacak. Başkanlığı da düşecek. Bir daha spor sahalarının etrafında bile dolanamayacak.Dünyaya sadece tek bir pencereden bakma gafletinde bulunan bazı kişiler, hadlerini aşarak gerçekleştirmeleri hemen hemen imkansız olan vaatlerde bulundular. Bu sözleri milyonların gözünün içine bakarak verdiler hem de. Aynen Aziz Yıldırım’ın herkesin gözünün içine bakarak, suç olan eylemleri gerçekleştirdiği gibi.Aziz Yıldırım’ın hüküm giymesi durumunda;


Rıdvan Dilmen: Şike yapıldıysa yorumculuğu bırakırım.

Aykut Kocaman: Şike varsa teknik direktörlüğü bırakırım.
Ziya Şengül: Başkanın suratına tükürürüm.

demişti. Elbette bu kişiler bu vaatleri gerçekleştirmeyecekler. Böyle bir şeyi beklemek ahmaklık olur. Hatta Muslera’nın penaltı atmasını etik bulmayan Rıdvan Dilmen, Aziz Yıldırım’ı evinde ilk ziyaret eden kişi olmaktan bir beis görmedi.


Bu arada necip medyamız beni yine şaşırtmadı. Tahliye haberlerine bakınca suçlular beraat etti sanırsınız. Verilen hükümler yokmuş gibi algılatılıyor. Ama artık biz bu durumu kabullendik. Oysa aynı haberler dış basında Türkiye'de Şike! Ülkenin en büyük kulübünün başkanı şikeden ceza yedi başlıkları ile veriliyor.


Ancak aldığım çok ciddi duyumlara göre Aziz Yıldırım, Yargıtay’ın vereceği kararı beklemeden istifa ederek başkanlığı bırakacak. Hem de bunu kendisini destekleyen özel taraftar gurbuna rağmen yapacak. Hep birlikte izleyip göreceğiz..