14 Aralık 2007 Cuma

Nereden nereye...

Nereden, nereye? Futbolumuzun son yıllarda ortaya koyduğu performans için aslında bu iki kelime çok şeyi özetliyor olsa gerek. Bir zamanların şerefli yenilgilerden, şimdi bizden korkup aynı torbaya bile girmek istemeyen rakiplere… Eleme guruplarında tek bir gole bile hasret olan ve “Sonuncu olmayalım yeter!” anlayışından, “Acaba Avrupa Şampiyonluğu Kupası’nı müzemize götürebilir miyiz”, “En az yarı final oynarız” gibi büyük hedeflere…
 
Bu süreci anlatmak için şöyle geriye doğru bakmak lazım. Şimdinin televizyon yorumcuları, eski futbolcu spor yazarları hep şunu söylerdi, "Bizim zamanımızda tesis mi vardı?" .”Biz çamur deryası balçık kaplı zeminlerde, Macar zaferleri yaşadık ” Aslında onlar haklıydı. Onların zamanında tesis yoktu. İbrahim Tatlıses de ne demişti: "Harran da Oxford mu vardı da, okumadık?" Bunun gibi bir şey işte.

Kim ne derse desin. Türkiye futbolda çağ atlamıştır. Gelişmiş Avrupa ülkeleriyle aynı kulvarda yarışmaktadır. Ülkemiz ekonomik ve siyasal alanda henüz Avrupa Birliğine girememiş olmasına rağmen, futbolda kapıları sonuna kadar açmıştır. Eski futbolcularımız alınmasın ama, o zamandan bu yana köprünün altından çok su geçti. Son onbeş yıl içinde yaşanılanlar, kaderimizi değiştirmiştir. Futbol tarihimizde hiç unutamadığımız övündüğümüz, yerlere göklere sığdıramadığımız Macar zaferi bile, bugün sadece gülümsediğimiz, nostaljik olarak anımsadığımız sıradan bir başarıya dönmüştür. 

Türk futbolunun bugüne gelmesinin temelleri aslında büyük bir futbol imparatorluğunun bulunduğu yer olan Florya'da atıldı. Galatasaray'a, Jupp Derwall'in gelişiyle değişti her şey… O zamanlar Galatasaray'ın başkanı Ali Uras, antrenman sahası da Ali Sami Yen Stadı'nın kırmızı topraklı atletizm pistiydi. Dünya çapında başarılara imza atmış olan Alman hoca, önce bir antrenman sahası istedi. Jupp Derwall'e, o günlerde çamur olan ve sadece amatörlerin çalıştığı Florya Tesisleri gösterildiğinde "Tamam" demişti, "İşte burayı çimlendirin, olay biter". Sonra Florya çimlendi. Emsali Avrupa’da bile az olan dev komplekslerin ilk adımları atıldı. Sporcuya, sporcu olduğu hissettirilmeye başlandı. Galatasaray’ın açtığı yolda diğer kulüplerde ilerlemeye başladı. Fenerbahçe kendi tesislerini revize etti. Beşiktaş ise bugünlerde Kempinski Hotel'in yerinde bulunan toprak Şeref Stadı'nda idman yaparken, Fulya’nın yolunu tutmuştu bile.. Futbol devrimi o günlerde gerçekleşti. Ama biz o sonuçları almaya devam ediyorduk. Hani şu, "Yenildik ama ezilmedik” li 8-0'lık, 6-0'lık hezimetlerle…

Sonra Galatasaray'ın başına Mustafa Denizli geçti. Derwall'den öğrendiklerini sahaya yansıttı genç teknik adam. 37 yaşında Galatasaray'a inanılmaz başarılar hediye etti. Sonsuz cesaretli hatta deli gibiydi. Yenilmek onun kitabında yoktu. Ona bir ara yüzde 51 dediler. İşte o 37 yaşındaki genç teknik direktör Galatasaray'a o zamanki adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final keyfi yaşatmıştı. Kazanılan UEFA Kupası’nın, Süper Kupa’nın temelleri işte o günlerde atılmıştı. 

Gelelim Milli Takım'a. Kulüpler bazında olayın miladı Jupp Derwall'ken, Milli Takım'da da Sepp Piontek'ti. Derwall, Denizli'yi, Piontek de Fatih Terim'i yanına almıştı. Hiç alışık olmadığımız sistemlerle ve disiplinle tanıştırmıştı Türkiye’yi. Radikal değişiklikleri ve basına karşı aldığı tavır nedeniyle Milli Takım’ın başında olduğu sürede basın tarafından bir türlü sevilemedi. Ancak yaptığı bu radikal değişiklikler sonucunu bir türlü vermiyor ve sahada yine yenilgiler devam ediyordu. Ta ki genç yardımcısı Fatih Terim takımın başına tek patron olarak getirilene kadar. Daha önce Akdeniz oyunları Şampiyonluğu yaşattığı kadroyu yeniden devralan Terim sihirli değneğini değdiriyor ve ilklere imza atıyordu. Daha önce hiç Avrupa Şampiyonası’na katıma başarısı gösteremeyen Milli Takımız, imparatorun yönetiminde Avrupa Şampiyonası Finalleri’ne adını yazdırıyor, ancak sıfır çekerek yurda dönüyordu. Daha sonra takımın başına getirilen Mustafa Denizli EURO 2000 finallerine katılmakla kalmayıp, çeyrek final oynatma başarısı gösteriyordu.

Çıta hep yükseliyordu. Son olarak 1954 yılında, o da kurayla olmak üzere Dünya Kupası Finallerine katılan Ay-Yıldızlı ekibimiz Şenol Güneş yönetiminde tam 47 yıl aradan sonra bu başarıyı hem de bileğinin hakkıyla elde ediyordu. O dönem gerek kariyeri, gerekse de karizması nedeniyle çok eleştirilen A Milli Takımın Teknik Patronu Şenol Güneş ısrarla “Hedefimiz Çeyrek Final. Bu bizim için başarıdır. Kimse bizden fazlasını beklemesin” demesine rağmen, millilerimiz büyük bir sürpriz yapıp finalin eşiğinden dönüyor, ülkemize tarihindeki en büyük başarıyı Dünya üçüncülüğü unvanıyla kazandıryordu. Böylece Ay-Yıldızlı takımımız, bu başarısıyla kendi hüviyetini bir kez daha ispatlamış oluyordu.

Dünya üçüncülüğü, ülke futbolumuza pek yaramadı. Dünya Kupası’nda tozu dumana katan futbolcularımız sonrasında tel tel döküldü. Kimi erkenden futbola veda etmek zorunda kalırken, kimi de gösterdikleri kötü performans nedeniyle yerden yere vuruldu. Nitekim bu beklenmeyen ani düşüş sonuçlarını gösterdi. Diğer güçlü ekiplere göre sıradan bir takım olan komşumuz Yunanistan’ın, Avrupa Şampiyonu olduğu bir turnuvaya katılamamanın verdiği üzüntüyü henüz atlatmışken, olaylı İsviçre maçı sonrası, ev sahibi sayılabileceğimiz Almanya’da gerçekleştirilen Dünya Kupasına katılamayışımız içimize oturdu.

2008 Avrupa Şampiyonası Elemeleri Türkiye açısından kritik bir dönemeçti. Üst üste iki büyük turnuvaya katılamamış olunması, bir anlamda bu elemeleri geçmeyi zorunlu kılıyordu. Düşüşe “Dur” demenin tek yolu buydu. Dibe vurmuş ülke futbolu açısından oldukça önemli olan bu sınav, son maça bırakılmasına rağmen aşılabildi ve bu büyük turnuvada yerimizi aldık.

Hedef şimdi çok büyük… Kuraların çekilmesi ile birlikte, en azından yarı final oynarız çığlıkları atılmaya başlandı. Hatta yarı finali bile başarısızlık kabul edeceğini söyleyen, bazı futbol otoriteleri! oldu. Umarım çıtanın bu kadar yükselmiş olması bizi büyük bir sükûtu hayale uğratmaz. Çünkü bir kez daha kritik bir noktadan geçeceğiz. Yine büyük bir sınavı hep birlikte yaşayacağız. Bu sınavı geçersek artık önümüzü kimse kesemez. Yok, eğer bu sınavı kaybedersek, bu kez gerçekten bizi futbolda kötü ve kritik günler bekliyor.