14 Ocak 2012 Cumartesi

UEFA’nın sonu geliyor mu?

Çamur içinde balçık bir saha ve daha çok Amerikan Futbolu’ndaki uzun direkleri andıran, tahtadan derme çatma kaleler arasında onlarca genç. Yusyuvarlak sıkıştırılmış bir nesneye vurup, oradan oraya koşuşturup duruyorlar.

19. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere'de farklı bir oyun oynamak amacıyla yola çıkan bu gençler, icat ettikleri oyunun gelecekte, bacasız bir sanayiye dönüşeceğinin farkında olsalar, ne yaparlardı acaba?

Adına, ayak topu, yani İngilizce olarak Futbol denilen bu oyun, aradan geçen zaman içinde kabuk değiştirip, bugün bütçesi milyar dolarlarla ifade edilen dev bir sektör haline geldi. 

Öyle ki futbol kimi zaman yönetim şekli bile oldu. Bugün bile kanlı çatışmaların yaşandığı İspanya’da, ülkesini uzun yıllar gül gibi yöneten İspanya Kralı Dede Carlos ölüm yatağında kendisine başarısının sırrını soran medya mensuplarına, sırının (3F)’de gizli olduğunu açıklar. İlk “F” Fiesta, yani dini ayinlerdir. İkinci “F” Futbol, üçüncüsü ise yine futbolun getirdiği festivallerdir.

Avrupa Futbolunun şu anki patronu pozisyonundaki UEFA’nın bu seneki bütçesinin 2,5 milyar İsviçre Frank’ının üzerinde olduğunu ve bu kuruluşun 16 büyük organizasyonu tertip ettiğini söylersek sanırım, ne denli büyük bir sektörden bahsetmiş olduğumuzu anlatabiliriz.

Futbol, içindekine bu kadar güç katınca ve de bu sektörde dönen para bu kadar büyük olunca, doğal olarak mafya da bu pastadan pay almak istiyor. Bu nedenle karanlık dünyada ne kadar lider varsa, futbol kulüplerine yönetici olmaya çalışıyor. Çoğu da bunda başarılı oluyor. Yönetime giremeyenler de yakınlarını, adamlarını etkin görevlere getirmeye çalışıyorlar.  Mafyanın yeşil sahalardaki etkinliği yalnızca idari kadroların oluşturulması ile kalmıyor. Herkesin tahmin edebileceği gibi mafya sahaya iniyor ve teknik direktörlerin, futbolcuların transferlerinde de rol oynuyor. Buraya kadarı bilenen gerçekler.

Ancak sıkı durun! Futbolun en büyük mafyası yine kendi içinde. Hem de Avrupa’da…

Nasıl mı? Globalleşme ve eğlence sanayinin zafer çağında, dünyanın en küresel işi futbol. “Başka hangi malı iki buçuk, üç milyar tüketici alır? Tekel olduğu için hakkında bir dünya dava açılan, hatta bu unvanı mahkeme kararıyla tescil edilen Microsoft bile bu rakama erişemez.” Gerçekten de futbol dünyanın en popüler ve en birleştirici sporu.

UEFA’nın kâbusu konumundaki G-14’leri zamanında işte bu cazibe bir araya getirmişti. 18 kulüpten oluşan ve kendini 15 Şubat 2008’de fesheden bu oluşum, var olduğu dönem içinde UEFA’nın tek korktuğu kurumdu.

Avrupa futboluna gizliden de olsa damgasını vurdu. UEFA’nın aldığı her kararın arkasında, G-14’lerin parmağı vardı. Nitekim UEFA’nın, UEFA Kupası’nı, tıpkı Şampiyonlar Ligi gibi bir lig statüsüne çevirmesi kararının arkasında da, G-14 rolü büyüktü.

 Öncelikle amaçları, Avrupa futbolunun idaresinde söz sahibi olmaktı.  Bunu başardılar da! 1998'de “Mediapartners” adlı kuruluş, aralarında ülkemizden Galatasaray’ında bulunduğu, Avrupa’nın belli başlı kulüplerine alternatif Avrupa Ligi önerisinde bulunması ve 2000 yılının Ağustos ayında Avrupa'nın gözde kulüplerinin temsilcilerinin, Monako’daki bir otelde, bu teklifi konuşmak için bir araya gelmesiyle başlayan bir isyan hareketinden doğmuştu.

UEFA'nın tüm ipleri elinde tutmasından rahatsız olan bu kulüpler,  bu tekeli kırmanın yolunu aramak için arayış içine giriyorlardı. Nitekim en az beş Avrupa Kupası kazanmış sekiz kulüp, başını Real Madrid’in çektiği ve Barselona, Liverpool, Bayern Münih, Juventus, Milan, Inter ile Ajax ortak hedeflerde birleşiyorlardı. Aralarına tarihi başarılarına ve mali yapılarına bakarak Manchester United, Dortmund, PSV Eindhoven, Marsilya, Paris St-Germain ve Porto'yu da davet ediyorlardı. Böylece G-14 yapısını oluşturuyorlar ve dernekleşiyorlardı. Bir anlamda UEFA’nın karşısına mafyavari bir şekilde dikiliyorlardı.

“Mediapartners” ortaya attığı ve UEFA’nın Şampiyonlar Ligi'ne alternatif olarak ortaya çıkan bu organizasyonun vaat ettiği 1.2 milyar dolar öyle büyük bir meblağdı ki, nerdeyse tüm kulüplerin kimlik değiştirmesine neden oluyordu. Real Madrid ve Milan'ın başını çektiği kulüpler UEFA’ya isyan bayrağını açtılar. UEFA'nın kendilerine Şampiyonlar Ligi gelirlerinden çok az pay verdiğini ve bu şartlar altında UEFA çatısı altında bulunmayacaklarını söylüyorlardı. UEFA, Avrupa futbolundaki bölünmeyi engellemek için Şampiyonlar Ligi'nde köklü bir değişime gitti. Toplam geliri 165 milyon dolardan 500 milyon dolara çıkardı ve kulüplerin aldığı payı hatırı sayılır bir şekilde artırdı. Bu sayede bu mafyavari derneğin dediği olmuş oldu. Böylelikle G-14’lerin ilk stratejik başarısı gelmiş oldu. Güçlerine de güç katmış oldular.

Milli takımda görev alan her oyuncu için kulüplere ödeme yapılması fikrini ilk olarak ortaya atanlar da yine G-14’lerdi. Hatta somut bir teklif ortaya koyup, futbolcunun takımdan ayrı kaldığı her gün için 5000 Euro kulüplere tazminat ödenmesini istediler.

Fakat 18 kulüplü yapı bir yerde miadını doldurmuştu ve daha büyümesi gerekiyordu. Daha güçlü olabilmek ve kendileri hakkında verilen kararlar hakkında söz sahibi olabilmek için, 201 takımın katılımıyla, 53 ulusal federasyonun her birinden en az bir takım olması koşuluyla Avrupa Kulüpler Birliği (ECA)’yı kurdular. Orijinal adıyla European Club Association Avrupa'daki futbol kulüplerini temsil eden birliktir

Bu değişim beraberinde neler getirecek hep birlikte göreceğiz. Ama şu bir gerçek ki ilk olarak G-14’lerin ortaya attığı, ECA’nın üzerinde durduğu ve istim üzerinde beklediği, alternatif Avrupa Ligi rüyası çok yakın bir gelecekte gerçek olacak.

Michael Platini, tıpkı bizde TFF’nin 2008 sonrası yönetimlerinin verdiği ve vermediği kararlarla tartışma konusu olması gibi, kendini kulüplere sevdiremedi. Zira, Platini’nin sürdürdüğü UEFA’sı ile, Rummenigge’nin başkanı olduğu Avrupa Kulüpler Birliği (ECA) yaptıkları açıklamalarla sık sık karşı karşıya geliyorlar.

Nitekim ECA’nın 2. Başkanı aynı zamanda Barcelona Başkanı Sandro Rosell, UEFA'ya rest çekti: "Ya Şampiyonlar Ligi'ni genişletin ya da 2014'ten itibaren yokuz.” Rosell, Avrupa çapında, özellikle önde gelen futbol ülkelerinde liglere katılan takım sayılarının düşürülmesi gerektiğini söylüyor.

Rosell,"İspanya Ligi mesela, önce 18, sonra da 16 takıma inmeli. Takım sayısının azalmasıyla hafta sonlarını Şampiyonlar Ligi maçları için de ayırmak mümkün olacak. Barcelona-Manchester United veya Real Madrid-Bayern Münih maçının bir cumartesi veya pazar günü oynandığını düşünsenize... Şu anda bu ancak finalde mümkün. Bunun sezon içinde gerçekleşebilmesi için sadece İspanya değil, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde de takım sayılarının düşürülmesi gerekir. Bütün büyük ulusal şampiyonaların 16 takıma düşürülmesiyle takvimlerde bir boşluk ortaya çıkacak. Ortalama 8 maçlık bir azalmadan söz ediyoruz. Bu tarihler Şampiyonlar Ligi için, ya da kulüplerin uluslararası özel maçları için kullanılabilir. Ulusal federasyonların bizim oyuncularımızla oynadığı milli maçlar için ayrılan takvim zaten fazlasıyla büyük. Yeni ortaya çıkacak tarihlerin, milli maçlar için kullanılmasını kabul etmeyiz" diyerek adeta UEFA ve FIFA’ya gözdağı veriyor.

Peki temelde ECA ne istiyor? Öncelikle Şampiyonlar Ligi’nin 32'den 48 takıma çıkarak genişlemesini istiyor. Bunun içinde liglerde takım sayısının maksimum 16 olmasını ve takvimlerde yer açılmasını arzuluyor. Şampiyonlar Ligi’nin fikstürünün belirlenmesinde söz hakkı isteyen ECA bu ligde de maçların hafta sonunda oynanmasından yana. Oyuncuların milli maçlarda sigortalanması ve UEFA yönetimde daha fazla şeffaflık ise ECA’nın üzerinde durduğu bir başka konu

İşte çatışma tam bu noktada başlıyor. Çünkü UEFA'nın ulusal federasyonlara liglerindeki takım sayıları için müdahale etme yetkisi yok. Keza, liglerdeki yayın hakları anlaşmaları mevcut takım sayıları ve maç adetlerine göre yapılmış durumda. Takım sayısının indirilmesi, bu gelirlerin düşmesi demek. Zira, kulüplerin sponsorlarının çoğu lokal. Dolayısıyla yerel ligler için bu gelirleri elde ediyorlar. Liglerin küçülmesi bu gelirleri tehlikeye düşürecek. Özellikle Şampiyonlar Ligi’ne giremeyen takımların gelirlerinin hızla erimesi anlamına gelecek olan bu model kısa süre içinde NBA gibi sürekli aynı takımlar arasında oynanan bir organizasyon meydana getirecek.

Kuruluş aşamasında UEFA ile bir nevi centilmenlik anlaşması imzalayan ECA her fırsatta bu anlaşmanın 2014’te biteceğini de dile getirmeyi ihmal etmiyor. “UEFA şemsiyesini tercih ederiz” demesine rağmen ECA 2. Başkanı aba altından sopa göstermeden etmiyor. Savunduğu düzenlemenin UEFA'nın şemsiyesi altında olmasını tercih edeceğinin altını çizen Rosell, " ECA ile UEFA anlaşabilir. İsteklerimiz karşılanmalı. Bunda ortak nokta bulunmazsa ECA ile UEFA'nın arasındaki anlaşmanın 2014'te sona ereceği unutulmamalı. Anlaşılması iki taraf için de iyi. Anlaşamazlarsa ECA kendi kendine bir organizasyon düzenleyebilir" dedi.

Kim bilir başı şike suçlaması ile belada olan ve UEFA ile mahkemelik durumda bulunan Fenerbahçe için, belki de bu ‘alternatif lig’ umut olur. ECA’nın doğal üyesi konumundaki Fenerbahçe CAS’taki mahkemede sonuç alamazsa büyük cezalarla karşı karşıya kalacağından, tek şansı da bu gözüküyor. 

1 yorum:

  1. Dostum, Başkanımızın akşam dediği gibi, avrupa'dan tüm takımlar men olursa, bizim de gideceğimiz lig bu sanırım
    Altuğ

    YanıtlaSil