Türk Futbolu
tarihine tanıklık etmeye devam ediyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız, gelecek
nesil bu günleri kitaplarda okuyacak. Bu süreci yakından yaşayanlardan
olduğumuz için kendimizi şanslı mı hissetmeliyiz, yoksa kahretmeli miyiz bilemedim?
1992 yılında
Türkiye Futbol Federasyonu’nun özerkliğe kavuştuğu tarihten bu yana yapılan genel
kurullardan sadece üçüne katılamadım. Yanılmıyorsam o günden bu yana tam 17
genel kurul gerçekleşti. Bu genel kurullarda silah da çekildi, çiçek de verildi.
Ama hiç biri bu kadar ilginç değildi. Böylesini yaşamamıştım. Öncesiyle,
sonrasıyla bu diğerlerinden çok farklıydı.
TFF genel kurullarının
en büyük özelliği, toplantının yapıldığı salonda yaşanılanlardan daha ziyade,
lobide yaşanılanların süreci etkilemesidir. Bu yüzden genel kuruldan önceki
gece herkes için hayati önem taşır. Delegeler lobide harıl harıl kulis yapar, nabız
yoklarlar. Ertesi gün de lobinin fikri salondaki genel kurula yansır. Bu hep
böyle olmuştu. Ancak bu defa kesinlikle
öyle olmadı.
Genel Kurul’dan
bir önceki gece üç maç olması elbette etkenlerden biriydi. Nitekim maçı olan
takımların delegeleri otele çok geç saate gelirken, maçı olmayan takımların
delegeleri lobide oturmak yerine odalarına çıkıp maç izlediler.
Kapıda
delegeleri Başkanvekili Göksel Gümüşdağ karşıladı. Hani şu Başkanvekilliğini
yaptığı TFF tarafından disiplin kuruluna sevk edilen ve futbol camiasında küfür
etmediği isim kalmayan, torpilli yönetici. Şahsen ben kendi adıma böyle bir
isimin hala o koltuğu işgal ediyor olmasından utanıyorum. Nitekim delegelerden
de benim gibi düşünen hiçte azımsanacak sayıda değildi.
Gece sakin
geçerken, sabah herkes birbirine, “Ne
olacak şimdi?”, “Kabul edersek ne
olur, kabul etmezsek ne olur?” şeklinde sanki uzaydan gelmişçesine sorular
soruyordu. Büyük bir belirsizlik vardı. Delegeler ortada şaşkın ördek yavrusu
gibi dolaşıyordu. Süper Lig kulüpleri olaya daha vakıftı. Zira sürekli
toplandıklarından ve süreci yönettiklerinden daha bilinçliydiler.
Divan Başkanı oylamayı etkiledi
Salona
girildiğinde yapılacak oylamadan az bir farkla evet çıkması muhtemel
gözüküyordu. Çünkü o güne kadar yapılan tüm genel kurullarda TFF tarafından
verilen hiçbir önerge ret olmamıştı. Ancak, buna rağmen bu az fark ‘Evet’çileri endişelendiriyordu ve
işlerini garantiye almak istiyordular. Kulis için zaman bulunamamıştı. Yanlış
bir şey yapmaktan korkuyorlardı. Nitekim bir önerge verdiler ve 1 saatlik ara
talep ettiler. Divan Başkanı Yalçın Karadeniz de ‘Evet’çiler gibi düşünüyordu. Bunu da başkanlığını yaptığı divandan
açık açık söyledi ve delegelerden 1 saatlik ara için evet oyu istedi. Ancak ‘Evet’ diyenler, ‘Hayır‘ diyenlerin nerdeyse yarısı kadardı. Fakat Divan Başkanı
oylamayı hiçe sayıp arayı verdi.
İşte ne olduysa bu arada oldu aslında.
Divan
Başkanı’nın bu tavrı özellikle 3. Lig kulüpleri tarafından çok büyük tepki
topladı. Verilen arada da Süper Lig Kulüpleri kendi aralarında ciddi bir
şekilde birbirine girince, hatta yumruklaşmaya varan kavgalar yaşanınca, ara
sonrasında delegeler arasında bir denge oluştu.
Daha önceki
bütün genel kurullarda konuşmacılar dinlenmez, konuşmalar esnasında salon
boşalır ve oylamaya kadar delegeler dışarıda kulis çalışması yapardı. Oysa bu
kez çok fazla konuşmacı olmasına rağmen, hemen hemen bütün delegeler pür dikkat
konuşmacıları dinledi. Özellikle Şenol Güneş ve Altay Başkanı Ömer
Hızlıok’un konuşmaları
delegelerin fikirlerinin değişmesinde büyük rol oynadı.
Genel Kurul öncesinde Fenerbahçe büyük bir blöf yaparak 58.
Madde değişmesin diye görüş bildirmişti. Nitekim Fenerbahçe adına kürsüye çıkan
her konuşmacı bu yönde konuştu. Konuştu konuşmasına ama aslında bu maddenin
değişmemesi halinde en büyük zararı kendileri göreceklerini biliyorlardı. Ama
maddenin değişeceğinden o kadar emindiler ki! Mağduru oynamak ve bundan prim
yaparak hem değişmiş maddede daha az cezayla yırtmak hem de aslında
istediklerinin olması en büyük arzularıydı.
Ama beklenen olmadı. Lütfi
Arıboğan’ın delegelere teklif ettiği rüşvet gibi yardım teklifine rağmen,
şike karşıtı delegeler kazandı ve madde olduğu gibi kaldı.
Fenerbahçe bu sonuçla adeta kendi kalesine gol attı. Çünkü 30.000 sayfa
belge ve 400 küsür sayfa iddianame, üstüne üstlük Etik Kurul raporu karşısında
ceza almamaları imkânsız gözüküyordu. Kendi kalelerine attıkları bu golle, aslında kendileri ile birlikte diğer rakiplerini de aşağıya çektiler. “Biz düşeceksek siz de bizimle geleceksiniz”
dediler. Zira Galatasaray ve Fenerbahçe taban tabana zıt oldukları bir konuda
nasıl olur da fikir birliği yapar, aynı yönde oy kullanır? Bunun başka bir
izahı var mı?
Şenes Erzik konu mankeni
UEFA’da Platini’den
sonra en etkin isim olarak bilinen, TFF’nin de Onursal Başkanı durumundaki Şenes Erzik’in tavrı ise tam bir hayal
kırıklığıydı. Türk Futbolu can çekişirken yardım elini uzatmak yerine izlemeyi
tercih etti. Yol göstermek, akıl vermek şöyle dursun, çıkıp görüşünü bile
söylemeye yüreği yetmedi. Elini taşın altına koymaktan, kaçındı. Yine kendini
düşündü. Adı yıpranmasın diye sessizce olanı biteni izledi.
Oysa aynı Şenes Erzik
2006’da UEFA adına gelen gözlemciyi yaptığı konuşma sonrası 4 büyük kulüp
başkanı ile görüştürmüş ve adeta baskı yaparak konuşmasını değiştirtmişti.
Nitekim sonrasında bu baskı ve UEFA’nın gözünü yumması neticesinde Hasan Doğan başkan seçilmişti. O zaman
çıkıp konuşan, her türlü riski alan Şenes
Erzik bu defa süt dökmüş kediydi!
Kasımpaşa neden sustu?
Bir başka hayal kırıklığı da Suha Sidal’dı. Bir hafta önce katıldığı bir televizyon programında,
“Türk futbolu Göksel Gümüşdağ'dan kurtulmalı",
“Genel Kurul’a gelirse orada onu rezil edeceğim” diye veryansın eden Sidal da sesi soluğu
çıkmayanlardandı.
Genel Kurul sona erdiğinde kaos biteceğine daha da arttı. Hiç
kimse ne olup bittiğini anlamamıştı. Mehmet Ali Aydınlar’ın istifa edeceği
sinyalleri vermesi üzerine işler hepten karıştı. 58. madde bu durumda ne zaman
işleyecek? UEFA ne kadar süre verdi?
Takımlar hemen mi düşürülecek? Mehmet Ali Aydınlar istifa ederse yerine kim
gelecek? Herkes birbirine bu soruları sordu durdu.
Bence Mehmet Ali Aydınlar muhteşem bir kapanış konuşması
yaptı. Aldığım duyumlara göre Yönetim Kurulu arkadaşlarına “İstifa etmeliyiz” dedi.
Ancak özellikle Lütfi Arıboğan ve Göksel Gümüşdağ bu fikre karşı çıkarak devam
etmeleri gerektiği konusunda Başkanı ikna etti. Kafası karışan Mehmet Ali
Aydınlar’da bir hafta düşünmek için süre istedi. Bence bu süreyi bile beklemeden Genel kurul kararı alacak ve istifa edecek.
Çünkü gündemin bu kadar yoğun ve karışık olduğu bir dönemde tatile
çıkmanın izahı olmadığı gibi aslında kabul edilir tarafı da yok.
Aslında bakılırsa bu Yönetim Kurulu 14 Şubat 2006’da seçilen
Hasan Doğan Yönetimi’nin uzantısı. Her ne kadar 2 başkan değişmiş olsa da
iskelet aynıdır. Zaten o tarihten bu yana da delegeler kendi hür iradelerini
genel kurullara yansıtamıyorlardı. Ta ki bu genel kurula kadar. Çünkü bu Genel Kurul’da
bir işaret gelmedi. Görüldü ki delegeler hür iradeleri ile karar aldıklarında mevcut
yönetim delegeler üzerinde etkili olamıyor.
Olası bir seçimde, bir işaret gelmezse bu iskelet kesinlikle
bozulacak. Lütfi Arıboğan ve Göksel Gümüşdağ’ın ellerini Türk Futbolundan
çekmesiyle de her şey yoluna girecek ve nefes almaya başlayacaktır.
Bahis soruşturması kapıda
Bu arada çok yakında şike soruşturmasının devamı niteliğinde
bir bahis soruşturması olacağı konusunda duyumlar aldım. Eğer bu duyumlar doğruysa
yine bir sabah sürpriz gözaltılarla yataklarımızdan kalkabiliriz.