Çoğunuz hatırlayacaktır. Çok değil, üzerinden sadece dört
yıl geçti çünkü. 2007’nin son çeyreğinde ülke futbolumuz için yine kritik
günler söz konusuydu. 2006 Dünya Şampiyonası’na, kötü yönetimler elinde
katılamamış bir Milli Takımımız vardı. Ve EURO 2008’e katılamamak hayat memat
meselesi halindeydi. Ardı ardına iki büyük turnuvaya katılmamak demek, bir
jenerasyonun sonu anlamına geliyordu ki, bu bir anlamda küme düşmek demekti. Ay
Yıldızlılarımızın önünde iki tane kritik maç vardı ve şampiyonaya katılabilmek
için bu iki maçtan da galibiyetle ayrılmak gerekiyordu. Olası bir beraberlik
bile gitmemize engeldi.
Medyamız başta olmak üzere, Haluk Ulusoy yönetimine
karşı çıkanlar, ellerini ovuşturup, “Tamam bu kez bitti. Bu iş imkânsız”
diyorlardı. Gerçekten de çok zordu Millilerimizin işi. Uluslararası turnuvalardan ihraç edilmek
üzereyken, Haluk Ulusoy ve çalışma arkadaşlarının üstün gayreti nedeniyle
cezası seyircisiz, yurtdışı maçlarına dönüştürülmüştü ama zar zor da olsa yine
potadaydı işte. Rakip ise güçlü Norveç ve
sürekli yükselişte olan Bosna Hersek’ti.
Çok bilenlerimizin sandığı üzere, başarı bir tek
sahada kazanılmıyor. Öyle hiç kolay değil, kritik maçlardan alnının akıyla
ayrılmak.
15 günlük kamp süresince Haluk Ulusoy futbolcularla yattı, onlarla kalktı. Bir an olsun yalnız bırakmadı. Başkanvekili Affan Keçeci zaten kampın tek sorumlusuydu. Ulusoy motivasyon için çırpındı durdu. Bir dediklerini iki etmedi. Özel hayatlarına varıncaya kadar tüm dertleri ile ilgilendi.
Takımın başında ise, futbolcumuzla aynı dili konuşan,
o takıma yıllarca kaptanlık yapmış, kariyeri başarılarla dolu bizden bir teknik
direktör vardı. Yalvararak getirmediğimiz, Süper Lig’deki teknik direktörlerle
aşağı yukarı aynı parayı kazanan, Türk Futbolunun geleceği için mücadele eden
bir hoca. Yani Fatih Terim. Türkiye’nin en iyi motivasyon uzmanlarından biri
olan Fatih Hoca, takımımızı taktik ve fizik olarak olduğu kadar, psikolojik
olarak da bu maçlara hazırladı. Tek amaç, tek inanç ve tek bir yürek vardı.
Sonuçta iki maçı da kazandık ve EURO 2008’e gitmeye
hak kazandık. Millilerimizi bu büyük şampiyonaya götürmeyi başaran yöneticiler,
teşekkür beklerken bir anda alaşağı edildiler üretilen suni depremlerle.
Ancak bu depremi hazırlayanların hesaplamadıkları bir
şey vardı. Haluk Ulusoy ve çalışma arkadaşları, malzemeden çalınmamış, iyi
yapılmış bir bina misali kuvvetli bir alt yapıya sahiptiler. Bu tür suni
depremler onları yıkamazdı. Binaları ayakta kaldı. Ama depremi yapanlar derme
çatma yaptıkları yapının altında kaldılar. Ama işin kötüsü emanet aldıkları
Türk Futbolu da onlarla birlikte depremzede oldu.
Türk Futbolu 2008’de yaşadığı depremden bu yana enkaz
altında ve hala can çekişiyor. O zamandan bu zamana, enkazın altından mesaj
atan depremzede misali sinyallerini vermişti. Ama kurtarma ekipleri maalesef bu
kadar kötü icraatlar karşısında bu depremzedeye ulaşamıyor.
Kimse bana masal anlatmasın, 2008 deki Avrupa Şampiyonası’ndaki
başarı, mirası yiyen Hasan Doğan’ın değil, o mirası bırakan Haluk Ulusoy ve
çalışma arkadaşlarının başarısıdır.
Haluk Ulusoy öyle bir miras bıraktı ki, bu mirası hak
etmeyen 3 tane mirasyedi başkan bile yiye yiye bitiremedi. Ta ki Hırvatistan
maçına kadar. Maalesef miras bitti.
Mirasyediler her alanda çuvalladılar. Konfiçyusün dediği gibi; ”Bir yerde
küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir.”
Ulusoy yönetimi, 2008 senesinde görevi bıraktığında, federasyon
kasasında 74 Milyon TL vardı. Mirasyedi depremzedeler döneminde çarçur edilen
bu paranın bugün nerelere gittiği ve kasanın durumu meçhul…
Bilinen
Hiddink’in bugüne kadar Türkiye Futbol Federasyonu’ndan tam 20 Milyon TL
aldığı. Ayrıca Haluk Ulusoy döneminde çalışan personelin yüzde 90’nın görevine
son verip, şişirilen kadrolar ve uydurma görevlerle, 600’ü bulan çalışan sayısı, israfın bir
kanıtı niteliğinde adeta.
Oysa Haluk Ulusoy 18 ay zorunlu olarak görevine ara verip tekrar o göreve başladığında, bir kişinin görevine dahi son vermemişti. Hatta daha sonra kendisini arkasından vuracak, Truva atı Genel Sekreter Lütfi Arıboğan’ı bile tüm ikazlara ve uyarılara rağmen kovmamıştı. Personel sayısını ise ihtiyaç olmasına rağmen mevcut sayının ancak yüzde 10’u kadar arttırmıştı.
Yıllarını
futbola vermiş, hocaların hocası Gündüz Tekin Onay’a 15.000TL maaş veriyor diye
eleştirildi. Oysa aynı görevleri yapan insanların bugün 100 binlerle ifade
edilen maaşlarına kimse ses çıkarmadı.
Milli
Takımın başarısı zaten ortada ama rakamlara vuracak olursak; O günden bugüne 44
Milli maç oynamışız. Bunun 19’u özel maç. 25 resmi maçta aldığımız galibiyet
sayısı ise sadece 12.
Bu
rakamlar bile enkazın ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Türk futbolunun acil
olarak bir arama kurtarma ekibine ihtiyacı var.
Bunları dilim döndüğünce zaman zaman yazdım. Kimileri yazdıklarıma inandı, kimileri ise
”Bu yönetim seni kovduğu için böyle yazıyorsun” dedi. Geldiğimiz noktada
sanırım haklı çıktım.
Türk futbolu, girdiği bu enkazdan nasıl
kurtulacak? Türk Futbolunun sesini duyan olacak mı?
Önümüzdeki günler hepimize, herkese o beklenen
kurtarma ekibinin iş başına gelip gelmeyeceğini gösterecek. Merak etmeyin…
twitter.com/prosentez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder