22 Mart 2012 Perşembe

Futbol için 3 günümüz yok mu?


Türk Futbolu bugüne kadar hiç yaşamadığı bir krizi yönetmeye çalışıyor. Yaklaşık 9 aydır sürekli kan kaybediyor. Alınması gereken kararlar alınamıyor, ortak düşüncede birleşilemiyor, kamu vicdanı rahatlatılamıyor, hata üstüne hata yapılıyor.

Denizcilik Sektörü de 2008’de çok büyük bir kriz ile karşı karşıya kaldı. Dünyada baş gösteren global krizden en fazla etkilenen Gemi İnşa Sanayi oldu.  İflas edenler, sektörden elini ayağını çekenler oldu. Sular duruldu ve şimdi sektör bu krizden çıkmanın yollarını arıyor.

Geçtiğimiz hafta sonu Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR)’in medya danışmanı olmam nedeniyle, Deniz Ticaret Odası tarafından düzenlenen arama konferansına katıldım. Çok eğlenceli, keyifli ve en önemlisi verimli geçti. Doç. Dr. Oğuz Nuri Babüroğlu önderliğinde gerçekleşen bu çalıştayda Denizcilik Sektörü içinde yer alan her kesim katkıda bulunmaya çalıştı. Katılımcılar unvanlarını, servetlerini, görevlerini kapının dışında bırakarak girdiler çalışmanın yapıldığı salona. Çalışma boyunca Sayın, Bey, Bayan gibi sözcükler kullanımı kesinlikle yasaktı.  Bir memur genel müdürüne sadece ismi ile “Ali, Veli, Ayşe” şeklinde hitap etti. Bu da beraberinde kendine güveni ve konuşma özgürlüğünü getirdi.

Bütün çalışma boyunca, benzeri bir çalışmanın niye futbolda yapılmadığını düşündüm durdum. Bireysel bazda bazı kulüpler kendi sorunlarını çözmek için bu çalışmadan faydalanmışlar. Örneğin rahmetli Özhan Canaydın zamanında Galatasaray içine düştüğü ekonomik sıkıntılardan kurtulmak için guruplar halinde arama konferansına katılmış. Sonucunu sanırım bugün görebiliyoruz. Bundan 7- 8 yıl önce iflas etti denilen Galatasaray, bugün 3 büyükler içinde en rahat gözükeni.

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığına Yıldırım Demirören’in seçilmesi ile birlikte medyada şike soruşturmasına olan ilgi de bir anda bitti. Ne yazılı, ne de görsel basında şike haberleri yer bulmaz oldu. Yorumcular bu işe bulaşmış takımların akıbetini sorgulamazken, yazarlar köşelerinde pembe tablolar çizmeye başladı.

Neyse ki UEFA Konferansı ülkemizde yapılıyor da aklımız biraz olsun başımıza geldi. UEFA Genel Sekreteri’nin yaptığı konuşmada gösterdiği “aba altındaki sopa” biraz olsun bizi tekrar uyandırdı. Bu işlerin üstünün örtülmeye çalışıldığının o da farkında olacak ki, ‘gerekeni acil olarak yapın’ uyarısında bulundu.

Türk Futbolunun acilen bir arama konferansına ihtiyacı var. Spor Bakanı’ndan TFF Başkanı’na hakeminden temsilcisine, teknik adamından medyasına futbolun bütün paydaşlarının hazır bulunacağı geniş katılımlı bir çalıştay yapılmalı. Çözüm arayışlarının, formüllerin konuşulacağı bu çalışmada, fikirler üretilmeli, politika belirlenmeli, anlaşma zemini hazırlanmalı ve beyaz bir sayfa açılmalı.

Şu an yapıldığı gibi üstü kapanmaya çalışarak, sadece belli kulüplerin hakkı gözetilerek, gizli kapaklı yapılacak çalışmalar ve alınacak kararlarla bir yere varılamaz.

Gençlik ve Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç’tan bu tür bir arama konferansı için ön ayak olmasını ve futbolun paydaşlarını bir araya getirmesini Türk Futbolu adına rica ediyorum. Bunu yapar ve bir de başarıya ulaşırsa tarihe adını altın harflerle yazdırır. 

Çünkü Türk Futbolu el freni çekilmiş bir yarış arabası gibi ve sürekli patinaj yapıyor. Ya “stop edecek” ya da “fırlayıp gidecek”.

1 Mart 2012 Perşembe

Bu kez kendi kalesine gol Galatasaray'dan


Dostlar, sevenler, futbolseverler, okurlar… Son birkaç günde aldığım telefonun, mesajın ve mail yağmurunun haddi hesabı yok. Sorular ortak:  “Şimdi ne olacak? Başarılı olacaklar mı? ”

Bu kez susma hakkımı kullanıyorum. Çünkü kalbim ve mantığım ters düştü. Aklım karıştı. Kararsız kaldım. Sorulan bu sorularını es geçerek, bu süreçte neler olduğunu anlatacağım.

Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) özerk olduğu andan itibaren gerçekleşen tüm genel kurullarda bir şekilde bulundum. Kiminde gazeteci olarak, kiminde görevli olarak kiminde de gözlemci olarak. Doğal olarak öncesinde ve sonrasında yaşanılanları da çok iyi anımsıyorum. Bu Genel Kurul yaşadıklarım arasında en sakin ve sonucu çok öncesinden belli olan, en ilginçlerinden biri olarak belleğime kazındı. Kimine göre güçlü bir ismin galip çıktığı, kimine göre ise bir atamanın gerçekleştiği tek adaylı bir seçimdi!

İktidarın Adayı Kim?

Genel Kurul’un ilan edilmesiyle birlikte kulüpler arasında başlayan siyasi erkin adayının kim olduğu sorusu, sandık başına gidildiğinde dahi soru işareti olmaktan kurtulamadı. Delegeler kendilerine verilecek işareti bekleyedursun, Yıldırım Demirören ve ekibi bu fırsatı çok iyi değerlendirdi.

Aralarında eski Bakanlardan Kürşat Tüzmen’in de bulunduğu 21 adayın ortaya çıkması, bu kongreyi diğerlerinden farklı kılmıştı zaten. İlk bakışta adaylar arasında 3 güçlü isim gözüküyordu. Beşiktaş’ın ve Kulüpler Birliği’nin Başkanı Yıldırım Demirören, Haluk Ulusoy döneminde onun yardımcılığını yapan Ata Aksu ve futbol ailesinin yakinen tanıdığı Trabzonspor’un eski 2. Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu. Çok değil bir dönem önce kabinede yer alan ve iktidarın o dönemki güçlü isimlerinden olan Kürşat Tüzmen’i saymazsak, diğer adayların ismini futbolseverlerin çoğu ilk kez duymuştu. Onların adaylık için gerekli olan 61 imzayı toplamayı bırakın tek bir imza bile alamayacağını herkes zaten biliyordu. Kürşat Tüzmen’in bile adaylığı 24 saat sürmedi!

Bu satırlarda yazdığım “Top Başbakanın iki dudağı arasında” başlıklı yazımda Haluk Ulusoy’un aday olmayacağını yazmıştım. Nitekim Ulusoy aday olmadığı gibi, daha önce kendisi ile birlikte çalışmış olan Ata Aksu yerine, Yıldırım Demirören’i desteklediğini açıkladı.

Bravo Hacıosmanoğlu’na

İİlk aday olarak ortaya çıkan İbrahim Hacıosmanoğlu 60 imza sözünü almasına rağmen, “Bir Trabzonlu ve Trabzonsporlu olarak, Trabzonspor’un açık desteğini almadan, soyunduğum böylesi bir göreve devam etmek, ilkeli yaşamım adına bana yakışmazdı. diyerek adaylardan söz verdikleri ıslak imzaları bile toplamadan adaylıktan çekilirken, aslında birçok kişinin de takdirini kazandı.

Ata Aksu Neden Çekildi?

Genel Kurul’dan bir önceki akşam oldukça hareketli saatler yaşandı. Ata Aksu ve ekibinin 80’e yakın imza alması, seçimi kesin kazandık gözüyle bakan ve iki süper kulüp takımı dışında, tüm süper kulüplerle, amatörlerin desteğini alan Yıldırım Demirören ve ekibinin panik yaşamasına neden oldu. Çünkü isimsiz adaylardan olan ve tek bir imza bile toplayacağı düşünülmeyen Zafer Murat Mermer’in 30’a yakın imza topladığı iddia ediliyordu. Kendisine imza verenlerden bir kısmının Yıldırım Demirören’e de imza verdiğini öğrenen Ata Aksu, tatsız bir sürpriz ile karşılaşmamak ve kendisini garantiye almak için Zafer Murat Mermer ile birleşme kararı aldı.

Elinde Spor Toto gibi bir silahı bulunan ve Yıldırım Demirören’in listesinde yer alan Gençlik Spor Müdürü Mehmet Baykan, gece geç saatlerde Bank Asya, 2. Lig ve 3. Lig delegelerini acil olarak toplayarak başka adaylara verdikleri imzaları geri çekmeleri konusunda ikna etti!

Sonuç olarak Ata Aksu’nun bu hamle karşısında çekilmekten başka çaresi kalmadı. Böylece Yıldırım Demirören hiçbir engel, rakip ve korku yaşamadan seçimlere girdi.

Türk Futbolunda Mart 2012 itibariyle yepyeni bir dönem başladı. Bu dönemin futbol ailesine neler getireceğini hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Türk Futbolu Lütfi Arıboğan’dan Kurtuldu

Bu kez olaylara iyi yönünden bakmaya gayret edeceğim. Bir kere her şeyden önce Türk Futbolu kendisine büyük yaralar veren ve bataklığa sürükleyen Lütfi Arıboğan’dan kurtuldu. Her ne kadar yeni yönetim kurulunda geçmiş yönetimlerden tortular kalmışsa da yeni isimlerin kredisi oldukça yüksek olacaktır.

Ancak şöyle bir gerçek var ki bu Genel Kurul'da Galatasaray'ın karşı çıktığı adayın galip gelip, desteklediği adayın hüsrana uğraması, sarı kırmızılı takım adına büyük bir handikap oldu. Geçtiğimiz genel kurulda Fenerbahçe'nin 58. madde kararları karşısında takındığı tavır neticesinde adeta kendi kalesine attığı gol gibi, bu kez de Galatasaray kendi kalesine gol atan kulüp oldu. Yönetim Kurulu'nda tek bir Galatasaraylı'nın dahi olmaması, etkin kurullarda istedikleri isimlerin bulunmaması gelecekte ciddi sıkıntılar oluşturacaktır. Nitekim Galatasaray, Demirören ve çalışma arkadaşlarının şike konusunda alacağı kararlar sonrasında tavrını daha da netleştirecektir. 

Dostoyevski’nin dediği gibi;
Giden dönmeyecekse; kalanların değerini bileceksin.
Ölenle ölünmüyorsa eğer; kalanlarla yaşamaya devam edeceksin.