14 Şubat 2012 Salı

Çözümün Anahtarı


“Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük futbol adamı kimdi?” derseniz, hiç tereddüt etmeden rahmetli Gündüz Tekin Onay derim. Gündüz Hoca hayatını futbola adamış, futbolu yaşam şekli olarak benimsemiş, eşi benzeri bulunmayan bir futbol adamıydı. Şu anda liglerimizde antrenörlük yapan birçok teknik adamın da hem sahadaki hocası hem de çalıştırıcılık başlangıcındaki yetkili eğitmeniydi. Bu nedenle de namı “Hocaların hocasıydı

Olaylara hep gerçekçi yaklaşır, somut ve net adımlar atardı. Duygularına olabildiğince yer vermez, mantığıyla hareket etmeyi severdi. Sorun çıkaranlardan hoşlanmaz, sürekli olarak çözüm üretmeyi önerirdi. Ağzından hiç düşürmediği bir sloganı vardı: “Çözümün Anahtarıyız”

Eğer rahmetli yaşamış olsaydı, yaşanan bu süreçte çoktan kolları sıvamış, savaş baltalarını çıkarmış, korkusuzca çözüm için mücadeleye başlamıştı.

Rahmetlinin ilginç bir de özelliği vardı. Herhangi bir seçimde desteklediği herhangi bir aday, hiçbir zaman seçim kaybetmemişti. Özellikle Türkiye Futbol Federasyonu Genel Kurulu üzerindeki hâkimiyeti şapka çıkartılacak cinstendi. Seçim stratejisi, delegelerle iletişimi ve onların üzerindeki egemenliği muhteşemdi.

İşte onun çözümcü yaklaşımlarından yola çıkarak “Çözümün Anahtarı”nı önereceğim. Kim bilir belki de 27 Şubat’ta başkan seçilecek aday bu öneriyi değerlendirir.

Öncelikle sorunu doğru analiz etmek gerekiyor. Tüm kulüpler hakkaniyet çerçevesinde adil ve gerçekçi bir sonuç arayışındalar. Yaşanılan bu süreci en zararla, marka değerini yitirmeden ve ekonomik olarak da kayıpsız atlatmak düşüncesindeler.

Aslında tüm kulüpler 58. maddenin uygulanmasından yanalar. Hatta iddianamede adı geçen kulüplerden bile bu yönde talepler var. Ama bu uygulamanın gerçekleşmesi durumunda Süper Lig’in marka değerinin sona ereceğini, yayıncı kuruluşun çekileceğini, düşmeyen takımların da ekonomik olarak bu yükün altında kalacağı endişesini taşıyorlar.

TFF eski Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, Türk Futbolunun eline geçirdiği fırsatı iyi değerlendiremedi ve Türk Futbolunu şimdilik bir yıl geriye attı. “Şimdilik” diyorum, eğer doğru ve radikal kararlar alınmazsa bu 10 yıla kadar etkisi olacak bir süreç.

Aşağıda yazdığım formülü Mehmet Ali Aydınlar bu kriz ilk ortaya çıktığında uygulayabilseydi, sadece bu senenin kaybedilmesiyle süreci az bir zararla atlatabilirdik. Hala tren kaçmış sayılmaz.

İşte Formül

Her şeyden önce bu sene Süper Lig, talimatlar ve belirlenen kurallar çerçevesinde aynen sonuçlandırılmalı. Şampiyon takım ve Avrupa Kupalarını hak eden takımlar önümüzdeki sezon hiçbir şey olmamış gibi Avrupa’ya gönderilmeli. Düşen takımlar ve Bank Asya’dan gelen takımlar için de bu seneki talimatlar uygulanmalı.

Ancak önümüzdeki sene için radikal bir geçiş süreci uygulanmalı. Öncelikle iddianamede adı geçen tüm kulüpler 2012-13 sezonu için TFF 58. Madde uyarınca bir alt lige düşürülmeli. Böylece UEFA tehlikesini bertaraf edip, ligimizin marka değerini koruyarak, pisliğimizi temizlemeliyiz. Uygulayacağımız yenilenme programı konusunda da onlarla görüş alışverişi içinde bulunmalıyız. Formülümüze geçecek olursak;

Bu durumda iddianamede adı şüpheli olarak geçen Fenerbahçe, Beşiktaş, Manisaspor, Trabzonspor, Sivasspor, İstanbul Büyükşehir Belediyespor, takımları Bank Asya’ya Mersin İdman Yurdu ve Giresunpor takımları ise 2. Lige düşecekler.

Düşen takımların yerine 2012-13 sezonu için Bank Asya’dan takım alınmayacak ve Süper Lig’de 11 takım kalmış olacak. Ligler normalden biraz daha erken başlatılarak, tıpkı bu sezon olduğu gibi yoğun bir takvimle oynatılacak. Maçları yine mevcut yayıncı kuruluş yayınlayacak. Süper Ligi birinci olarak bitiren takım Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan gidecek. İkinci bitiren takım ise UEFA’ya ön eleme turundan katılacak birinci takım olacak. Ligi son sırada bitiren 3 takım Bank Asya Ligi’ne düşecek. Bütün bu süreç Şubat ayının başında tamamlanmış olacak. Kısacası Süper Lig şampiyonu Şubat ayında belirlenmiş olacak.

Altın kupa

2012-13 Sezonun asıl bombası ise Türkiye Kupası olacak. Öncelikle bu kupanın yayın hakları Digitürk’e cüzi bir rakama verilecek. Bilindiği gibi Türkiye Kupası bu sene 50. Yılını dolduruyor. Bu nedenle önümüzdeki sezon Türkiye Kupası özel bir ad ve nam da yapılacak. Bu kupaya sadece 20 takım katılacak.


50 yıl içinde Türkiye Kupası ve Federasyon Kupası isimleri altında düzenlenen organizasyonda kupayı müzesine götürmüş olan Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe, Altay, Ankaragücü, Gençlerbirliği, Göztepe, Kocaeli, Kayserispor, Bursaspor, Eskişehirspor ve Sakaryaspor takımları direk olarak bu mücadelede yer alacaklar. Diğer 7 takım ise kupayı müzesine götürmemiş olan diğer takımların kendi aralarında yaptıkları eleme maçları sonucunda belirlenecek.

Kupayı en çok müzesine götürmüş olan 4 takım seri başı olacak ve 5 takımlı 4 guruba ayrılacaklar. Guruplarında ilk 2 sırayı alan takımlar ikinci turu oluşturacak olan 8 takımlı ligi oynamaya hak kazanacaklar. 8 takımlı ligin şampiyonu Türkiye Kupasını alırken aynı zamanda Şampiyonlar Ligi’ne ön eleme turundan katılma hakkını elde edecek. Ligin ikincisi ise UEFA Ligi’ne 2. eleme turundan katılacak. Böylelikle bu kulüpler hem ciddi anlamda ekonomik bir gelir elde ederken hem de Avrupa Kupa’larına katılma şansını en üst düzeyde yaşayacaklar. Yayıncı kuruluş da yaşadığı ekonomik kaybı bu şekilde telafi etmiş olacak.

Süper Bank Asya

Gelelim Bank Asya Ligi’ne… Düşen takımlarla birlikte takım sayısı 24 olacağından 12 takımdan oluşan 2 gurupta maçları tıpkı Süper Lig’de olduğu gibi Şubat ayında sona erdirecek şekilde oynanacak. Bank Asya Ligi’nde yabancı sınırlaması bir seneliğine Süper Lig standardına getirilecek. Guruplarında ilk 4 sırayı alan toplam 8 takım Süper Lig’e yükselmeye hak kazanacak. Muhtemelen Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor da bu yükselen takımlar arasında yer alacağından, Süper Lig’in marka değeri de bir anlamda kurtulmuş olur.

Böylece bir sonraki sezon Süper Lig’de mücadele edecek takım sayısını da 16’ya çekerek yıllardır yapılmak istenip yapılamayanı da başarmış olacağız. Öte yandan 2014 yılından sonra UEFA’nın büyük bir ihtimalle tüm üyelerine şart koşacağı 16 takımlı lig standartına da önceden geçeceğiz.

İşte “Çözümün Anahtarı”… Elbette herkesi mutlu edecek bir çözüm yok. Ancak şu yukarıda anlattığım formül uygulanırsa birçok öngörülen sorun önceden bertaraf edilmiş olur. Kulüplerin memnuniyetsizlikleri en aza indirilmiş olur.

28 Şubat’ın çiçeği burnunda TFF Başkanına şimdiden arz ederim efendim…



9 Şubat 2012 Perşembe

Top Başbakanın iki dudağının arasında

Yazılarımda defalarca belirttim; Siyaseti sevmem, siyasetten anlamam.  A Partisi, B Partisi beni hiç ilgilendirmez. Ben aldığım hizmete bakar, seçim döneminde oyumu ona göre değerlendiririm. Sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Ve bu bağlamda da Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı seviyor ve takdir ediyorum. Gördüğüm siyasetçiler içinde bu ülkeye en faydalı hizmetleri getirenin o olduğuna inanıyorum.

Ancak, bir sporsever olarak yukarıdaki olumlu sözlerimi spor için verdiği hizmetler için sarf edemeyeceğim. Sayın Başbakanımızın ciddi anlamda başarısız olduğu, hatta eline yüzüne bulaştırdığı bir konu varsa o da ‘Spor’ dur.

40 yaşımın arifesindeyim ve kendimi bildim bileli sporun içindeyim.  Mevcut ömrümü spora adadım dersem sanırım mübalağa etmiş olmam. Eh bu kadar sporun içinde olunca insan ister istemez bütün federasyonlarla içli dışlı oluyor. Sporun içinde kiminle konuştuysam ki ‘bunların içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın dostları, sevenleri hatta fanatikleri de mevcut’  dert yanıyor, hiçbir şeyin eskisi kadar keyifli olmadığını söylüyor, şikâyette bulunuyor. Basketbol camiası da mutsuz,  boks da, yüzme de... Evet, yaşanan süreçte ciddi anlamda tesis yapılmış ve maddi olanaklar artmış durumda, ama spor ruhunu yitirmiş, spor yapanlar da amaçlarını değiştirmiş gözüküyor.

Sporun kardeşlik, dostluk ve barış olduğunun unutulduğu bir dönem yaşıyoruz. Holiganizm, fanatizm tavan yapmış durumda. Kumarın yasal bir şekli olan bahissin tetiklediği şike ve teşvik ayyuka çıktı. Sporu kişisel çıkarları için kullanmak isteyen karanlık insanların, federasyonlarda, kulüplerde cirit attığı bir ortamdayız. 

Futbol ülkemizin en popüler sporu olması nedeniyle buz dağının görünen kısmını temsil ediyor. Diğer spor dallarında ve federasyonlarda da durum bundan çok farklı değil açıkçası.


Aslında temel sorun işin ehli olmayan insanların, salt “Bizden olsun, ne olursa olsun” yaklaşımı ile karar makamlarına getirilmesinden kaynaklanıyor. Bu yaklaşım başka alanlarda işe yaramış olabilir ama spor da yaramadığı apaçık ortada.

Bu şahsi bir inat mıdır yoksa iktidarın gerekli gördüğü bir politika mıdır bilmiyorum? Bildiğim tek şey bu yaklaşımın ülke sporuna verdiği zarar.

Tarihe tanıklık edeceğiz

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF)  ile ilgili bugüne kadar yazdıklarımın büyük birçoğunun çıkması aslına bakarsanız beni mutlu etmiyor. Keşke ben yanılmış olsaydım da bu yaşanılanlar gerçekleşmeseydi.

TFF’nin kaderi 27 Şubat’ta yeniden yazılacak.  TFF’nin başına gelecek kişi ağır bir yükü omuzlarına alacak. Adeta her şeyi sil baştan yapacak ve futbolun geleceğini belirleyecek. Vereceği her karar, yanlış atılan bir adım belki de sakatlanmış Türk Futbolunun sonunu getirecek.

Türkiye Futbol Federasyonu diğer bütün spor branşlarından ve hatta resmi kurumlardan farklı olarak kanunla belirlenmiş bir özerkliğe sahip. Ancak maalesef bu özerklik kağıt üzerinde olmasa da fiiliyatta sona ermiş gözüküyor.

Sayın Başbakanımız,  demokrasi konusunda gösterdiği hassasiyeti maalesef TFF ‘de gösteremedi. Her ne kadar ben inanmak istemesem de, bugün herkes TFF konusundaki nihai kararı Başbakanın verdiği konusunda hem fikir. O zaman neden adına özerk Türk Futbolu diyoruz? Sadece UEFA ve FIFA’dan korktuğumuz için mi? Kulüpler ve Türk Futbolunu oluşturan taban birlikleri kendi kararlarını vermekten aciz mi? 

Kim TFF Başkanı olmak istemez ki? Ama şu an herkes korku içinde.  Ya Başbakan karşı çıkarsa ya başka birini işaret ederse! Herkes ona endeksli. herkes ondan işaret bekliyor. Top Başbakanın iki dudağının arasında

Ulusoy aday olmaz

Şunu samimiyetle söylüyorum Türk Futbolu içinde taraflı tarafsız herkes şu an için Haluk Ulusoy ismi etrafında hem fikir. Herkes yaşanılan bu kaostan kurtaracak tek ismin O olduğunu biliyor. Tecrübesi, ilişkileri ve otoritesi ile kısa sürede krizden çıkarabileceğini düşünüyor. Ama dillendiremiyorlar! Tellafuz edemiyorlar! Açıklayamıyorlar! Çünkü korkuyorlar…

Haluk Ulusoy bir işadamı. Türkiye’nin en önemli Holdinglerinden birinin başında.  Ünse ün, paraysa para, itibarsa itibar! Muhteşem bir ailesi, etrafında yüzlerce aile dostu ve seveni var. Telefonu bir dakika susmuyor. Kimin başı sıkışsa, kimin derdi varsa aradığı tek isim Haluk Ulusoy! O da Hızır gibi yardımına yetişiyor arayanların. Kimseyi geri çevirdiğine şahit olmadım henüz. Elinden geleni hatta fazlasını yapıyor çoğunlukla.  Ama işte onun da bir kusuru var; Futbol Sevgisi!

Aslında hiç de ihtiyacı yok TFF Başkanlığına. Ama seviyor işte futbolu! Ne zaman ziyaretine gitsem, etrafında hep futbol adamları var. Konuşulan tek konu futbol.  Futbolla yatıp, futbolla kalkıyor. Aslına bakarsanız yılmış durumda yaşanılanlardan. Kapatın futbol mevzuunu diyor, diyor demesine ama iki dakika sonra yine konuyu ister istemez o açıyor. Çünkü bu sevgi benliğine işlemiş durumda.

İşte futbol aşığı bu Haluk Ulusoy aday olmayacak! Girse yüzde yüz kazanacağını bildiği bu seçime girmeyecek!  Mevcut şartlarda ben de varım demeyecek. Çünkü demokratik bir ortam yok. Şartlar adil değil. Hakkaniyetli olmayan bir yaklaşım söz konusu. Başbakanımızın ona karşı takındığı ‘anlamsız kin’ Demokles’in Kılıcı gibi tepesinde sallanıyor! Siyasi erk tarafsız değil. Görünen o ki tarafsız olmaya da niyeti yok! Şimdi bu şartlarda nasıl aday olsun Haluk Ulusoy? Kelleyi koltuğunun altına alıp, ailesinin geleceğini nasıl riske atsın?

2008 Mart’ında Haluk Ulusoy ve Yönetim Kurulu arkadaşlarını görev süreleri devam ederken alaşağı eden siyasi iradenin başındaki isim olan Başbakanımız çıkıp Beni bu işe karıştırmayın özerk futbol kendi başkanını kendi seçsin. Hatta benim hoşlanmadığım kişiler bile aday olabilir. Seçilen her kim olursa olsun arkalarındaki en büyük güvence benim tarzında bir açıklama yapmadığı müddetçe her hangi biri seçime girebilir mi? Ya da girmeli mi? Kim karşısına alabilir ki bir ülkenin Başbakanını? Top Başbakanın iki dudağının arasında!

Bu saydıkların sadece Haluk Ulusoy için değil diğer adaylar içinde geçerli. Başbakana doğrudan bağlı olan Mehmet Atalay nasıl ondan izin almadan adaylığını açıklayabilir ki? Ya da bu devlette iş yapan ve sürekli devletle karşı karşıya gelen hangi iş adamı icazet almadan adaylığını ilan edebilir?

Akıllara ziyan bir sandık sistemi

Diyelim ki biri çıktı her şeyi göze aldı ve adaylığını ilan etti. Ya seçenler? Seçenler nasıl ona oy verecekler, karşısına Başbakanın başka bir aday çıkarması durumunda?

TFF Genel Kurul seçimlerinin nasıl yapıldığını kaçınız biliyor? 300 küsür delege tek bir sandıkta oy kullanmıyor. Süper Lig kulüpleri ayrı, Bank Asya Kulüpleri Ayrı, 2. Lig kulüpleri de guruplarına göre ayrılmış sandıklarda oy kullanıyorlar. Elbette taban birlikleri de ayrılmış bir sandıkta. Hal böyle olunca hangi sandıkta kim nasıl oy kullanmış hemen ortaya çıkıveriyor. Sözüm ona gizli oy açık tasnif! 2008 de yapılan oylamada yaşananlar daha dün gibi aklımızda. Oy kullanmaya giden delegeye zarf ile birlikte iki adet oy pusulası verildi ve zarfa konulmayan oy pusulası kabak gibi ortada kaldı. Hatta bir çok delege doğru oy kullandığını ispatlamak için, meşhur futbol adamı şike sanığı Göksel Gümüşdağ’a teslim etti, kullanmadığı pusulasını! Yani aslında şike ile gelmişlerdi, şike ile gittiler!

Bu arada mert, cesur ve kararlı bir yaklaşımla, adaylığını daha ilk günden ilan etme cesaretini gösteren İbrahim Hacıosmanoğlu’nu da kutluyorum. Lakin adam gibi adam olan ve tutarlı projelerle yola çıkan Hacıosmanoğlu’nun da işi bu delege yapısı ile zor gözüküyor. Siyasi erk tarafsızlığını ilan etmezse seçilmesi mucizelere kalmış durumda. Umarım yanılırım.

Haziran ayında sorduğum bir soru vardı, tekrar sormak istiyorum; “Sahi Türk Futbolu gerçekten özerk mi?”