28 Aralık 2011 Çarşamba

Vicdan


Özdemir Asaf  İnsanın büyüdükçe mi artıyor dertleri? Yoksa insan büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri?” derken sanki benim şu anki duygularımı yaşıyormuş.

Gerçekten biz hep böyle miydik? Yoksa zaman içinde mi bu hale geldik?

Bir tek sportif konularda değil çevremdeki her konuda yaşanılanlardan büyük rahatsızlık duymaya başladım. Elbette haddim olmayan konular benim yazabileceğim, yorum yapabileceğim konular değil. Ben bildiğim konuda yorum yapıp sizlerle paylaşmaktan keyif alıyorum.

Türk insanı etik değerlerini yitiriyor mu? Ya da çoktan yitirdi mi?  Toplumsal olayları değerlendirirken kişisel çıkarlarını, ahlaki, insani ve ulusal çıkarların üstünde tutmak artık işe yaramıyor mu?

Ahlak, onur, erdem… Bunlar artık masallarda mı kaldı?

Kişisel çıkarlar dışında düşünebilmek, her insanın harcı değildir. Bunun için bazı erdemler gerekir. Cömertlik, fedakârlık, adil olma, hoşgörü ve cesaret gibi…

Bu anlamda aslında Türk futbolu adına ciddi bir imtihandan geçiyoruz. Kim ne derse desin bu ülkede, futbolda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu imtihanı verebilirsek sınıf atlayacağız. Yok, eğer veremezsek…

Düşünün ki, 18 yaşından büyük çok sevdiğiniz aile bireyiniz, cinayet suçlamasıyla mahkeme tarafından yargılanıyor. Burada çok sevdiğiniz aile bireyi, anneniz, babanız, oğlunuz kızınız ya da kardeşiniz olabilir. Ama sonuçta canınız, kanınız. Yakınınız kişisel bir çıkarı için iş ortağını anlının tam orta yerinden vurmakla suçlanıyor. İlk bakışta tüm deliller aleyhinize. Bütün işaretler katilin sizin yakınınız olduğunu gösteriyor. Olayın suç aletleri polisin eline geçmiş, mağdurlar var ve hatta şahitler. Bir adım daha öteye gidelim; Siz de bu olayın yakınınız tarafından gerçekleştirildiğine inanıyorsunuz, belki de biliyorsunuz; Hatta şahitsiniz!  Ne yapardınız?

Vicdanınız mı ön planda olurdu yoksa duygularınız mı? Mahkemede şahitliğiniz hangi yönde olurdu? Bırakın şahitliği mahkeme yakınınıza ceza verdiğinde, o suçsuzdur ceza çekmemeli diyebilir miydiniz? Sevdiğiniz kişinin suçuna rağmen ceza almaması için girişimlerde bulunur muydunuz?

Yaşadığımız şike soruşturması aslında bu tip bir davaya benziyor. Fenerbahçeli dostlarımız ortaya çıkan onca belgeye rağmen takımlarının suçlu olabileceği gerçeğini kabullenemiyorlar.
“Ben Fenerbahçeliyim” adı altında oluşumlar başlatıp, olayın örtbas edilmesi, meşru sayılması için mücadele ediyorlar.  Hatta daha ileri giderek “Başkanımız yaptıysa Fenerbahçe için yaptı. Helal olsun!” diyerek suçu meşrulaştırıyorlar. Bu konuda deliller sunan ya da şahitlik yapanları aforoz edip, tehdit ediyorlar. Bilgisi olan gazeteciler sus pus!

Elbette ki tek suçlu Fenerbahçe değil. Nerdeyse tüm büyük kulüplerimiz ucundan kıyısından bu pisliğe bulaşmış durumdalar. Ama Fenerbahçe gerek büyüklüğünden gerekse de yukarıda anlattığım yaklaşım tarzından dolayı ön plana çıkmış durumda.

Her fırsatta dile getiriyorum. Ben yeşil saha üzerinde beyaz çizgilerle çevrili olarak oynanan oyunu seviyorum. Çizgilerin dışında oynananı değil!

Futbolun oyun olduğu gerçeği ile yüz yüze kalmadıkça bu sorunlar bitmeyecek. İnsanlara futbolu gerçekten sevdirmedikçe, hacim büyümeyecek, sponsorluklar artmayacak, tribünler dolmayacak ve amatör ruh canlanmayacak.

30 bin sayfayı aşkın ek iddianame klasörlerinde adı geçen isimlerin konuşmaları, zaten iyice soğuduğum futbola karşı olan sevgimi alıp götürmeye yetti.

Ancak adalete olan inancım da zedelenmeye başladı. Aziz Yıldırım ve arkadaşları 6 aydır içeride yatarken, bu olaylara en az onun kadar bulaşmış ve olayları yönlendirmiş olan Göksel Gümüşdağ nasıl olur da elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşabiliyor anlamış değilim. 30 bin sayfayı kimseden okumasını beklemiyorum ama özellikle 25. Klasörde Göksel Gümüşdağ ile Aziz Yıldırım arasında geçen diyaloglara şöyle bir göz atmanızı isterim. Ben bu konuşmaları gördükten sonra bu camianın bir paydaşı olmaktan utandım.

Son olarak bu gelişmeleri taraflı olarak yönlendiren ve her yaptığı icraatle Türk Futboluna zarar veren Türkiye Futbol Federasyonu Yönetimi onurlu bir davranış örneği sergileyerek artık acilen istifa etmeli. Türk Futbolunun önünü açmalı.

Hadi madem koltuklarını çok seven bu insanlar istifa etmiyorlar ya da edemiyorlar. Bulunduğu makam nedeniyle delilleri karartma riski bulunan ve şu anda spor müsabakalarını izlemesi bile yasak olan Göksel Gümüşdağ nasıl olur da hala TFF Başkanvekilliğini sürdürebilir? Bunun izahını yapabilecek biri var mı? Ben bunu anlayamıyorum.

20 Aralık 2011 Salı

İşimiz ALLAH'a kaldı

‘Türk Futbolu Allahlık oldu’ diyorum, kimseyi inandıramıyorum.

“Gece yatmaz, gündüz kalkmaz” bir şekilde yarasa modunda yaşadığım için, sabahın köründe çok önemli bir konu olmadıkça kimse beni cebimden aramaz.  Ancak 3 Temmuz Pazar sabahı erken saatte telefonum çalınca kendi kendime “HAYIRDIR İNŞALLAH” dedim. 

Şike suçlaması ile yakinen tanığım birçok kişinin gözaltına alındığını öğrenince “İNŞALLAH” önemli bir şey yoktur diye geçirdim içimden. 

Televizyonu açıp olanı biteni gördüğümde şaşkınlıktan “ALAH ALLAH” demekten kendimi alamadım.

Hele ki aralarında çok sevdiğim ve masum olduğuna inandığım birkaç kişiyi de görünce, üzülerek  “HAY ALLAH” diye sızlandım arkadaşlarıma.

Zaman ilerledikçe telefonlarım hiç susmaz oldu. Futbolun çok içindesin, “MAAZALLAH” sen de istemeden belki bulaşmışsındır, ‘Seninle ilgili bir şey yok değil mi?’ diyenler mi istersiniz yoksa sanki ben hukukçuymuşum gibi, ‘ Ne olacak şimdi, bırakırlar mı Aziz Yıldırım’ı?’ soruları soranlar mı?  “EVELALLAH” kendimize güvenimiz tam,  ama gelin görün ki sorular karşısında ” İLLALLAH” ettim.

Olaylar yaşanmadan birkaç gün önce yazdığım bir yazımda  ‘Kulağıma bir şeyler geldi, ama paylaşamam.’ diye satır arasında başka bir konudan bahsetmiştim.  Herkes bana ‘Kesin sen biliyordun,  neden “YA ALLAH” deyip sonuna kadar gitmedin?’  diye serzenişte bulundu.

Onlara ne kadar “VALLAH BİLLAH” diye yemin ederek, taahhütte bulunsam da; inandıramadım.

 “FESUBANNALLAH” diye sabır çektiysem de ,  “HASBÜNALLAH”  diyerek kendimi teskin etsem de; çok canım sıkılmıştı.

Fenerbahçeli dostlarımız durumdan çok etkilenmiş ve çok öfkeliydiler. “ALLAH ALLAH ALLAH” nidalarıyla Şükrü Saraçoğlu Stadı önünde toplandılar.  “MAŞALLAH” iyi organize olmuşlardı. Sonra baktılar ki ellerinden bir şey gelmiyor “EYVALLAH” diyerek dağıldılar.

İşin detayları ortaya çıktıkça, zaten başarısız bulduğum TFF’ye karşı, kendi çapımda bir savaş açtım. “BİSMİLLAH” diyerek sıvadım kolları ve “ALİMALLAH” o günden beri de bu konuda yazıp çiziyorum bıkıp usanmadan.

15 Aralık 2011 Perşembe

Umutsuz Vaka

Bizler büyük bir oyunun küçük bir parçasıyız. Hepimiz bize verilen rolü oynuyoruz. Kimimiz bu rolü kusursuz oynarken, kimimiz kurallara uymayarak ezber bozabiliyoruz. Ezber bozanlar, oyun sahipleri tarafından oyun dışına itilmeye çalışıyor. Rolünü eksiksiz ve kusursuz yerine getirenler ise mükâfat olarak köşe başlarını tutuyor. Bir de kendine verilen rolün farkına varmadan oyun içinde olanlar var. Onlar ise olup bitenden bir haber, oyun sahiplerine hizmet ediyorlar. Bu oyunun adı kimi zaman siyaset, kimi zaman spor, kimi zaman da yaşamın ta kendisi…

Ben kendi adıma rolünün farkında olmayanlarla ezber bozanlar arasında gidip geldiğimi düşünüyorum.  Oyun arkadaşlarım ise çoğunlukla rolünün farkında olmayanlar ile zaman zaman rolünü eksiksiz oynayanlar.

Bugüne kadar futbol camiasında bu oyunu oynadık durduk. Ama bu oyunda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Oyun belki tam anlamıyla bozulmadı, ama oyun sahipleri ciddi bir yara aldılar.

Herkesin bildiklerini, herkesin yazdıklarını kaleme almayı sevmiyorum. Bana bu mesleği öğreten büyüklerim farklı olmayı, bakış açımı değiştirmeyi öğrettiler. Ben de elimden geldiğince bu öğretileri uygulamaya çalışıyorum.

Bu mesleğin içinde olup “Tarafsızım,” diyen herkes yalan söyler.  Ama mühim olan taraf olduğu halde tarafsız,  yalın ve objektif gözle bakmayı becerebilmektir. İşte ben de olaylara renkli gözlüklerle bakmak yerine saydam gözlüklerle bakıyorum.

Benim aylar önce yazdıklarımı şimdilerde birçok meslektaşım ilk kez kendileri kaleme alıyormuşçasına yazıp, sonra da atıp tutuyorlar. Arkalarına aldıkları rüzgâra göre yön alan bu kişiler, kardan adam olduklarının bile farkında değiller.

Sevdiklerimden, dostlarımdan sürekli uyarılar alıyorum. “Sana ne sana mı kaldı Türk Futbolunu kurtarmak?”, “Sakin ol! Bu ne şiddet bu ne celal!”,  “Bulaşma bu işlere” … Son zamanlarda en çok duyduğum sözler bunlar oldu.

Yazdıklarımdan keyif almaya başladım. İnsanların telefonla arayıp ihbarlarda bulunması, bilgiler aktarması,  attıkları maillerle tepkiler vermesi beni çok mutlu ediyor.

Maillerde en fazla iddianame ile ilgili düşüncem sorulmuş. Sokaktan geçen en alakasız kişilerin bile fikir sahibi olduğu bu iddianameyi yorumlamayacağım.  Hukukçu değilim ki hukuki bir değerlendirme yapabileyim.  Okuduklarımdan anladığım kadarıyla, savcı çok zor bir konuda, çok zor bir iddianameyi olabildiğince başarılı bir şekilde hazırlamış. Yüzlerce sayfa iddianame hakkında birkaç satırda yorum yapmak doğru değil.

Türkiye Futbol Federasyonu krizi iyi yönetemedi. Hemen hemen herkes bu konuda hem fikir. İlk başta alması gereken kararları alamadı. İçindeki çürük yumurtaları temizleyemedi. UEFA ile ilişkileri koordine edemedi. Yayıncı kuruluşun etkisi altında kaldı. Ve en önemlisi tüm hamlelerini “Fenerbahçe’yi nasıl düşürmem!”  hesabı yaptı. Verilen tüm kararların arkasında bu düşünce var.

Hal böyle olunca da bugünlere geldik. Günü kurtarmak adına yarınları çoktan feda ettik.  19 Nisan 2011’de yazdığım bir yazımda “Yanlış tedavi hastayı öldürmese bile sakat bırakırmış. Aynı hesap Türk Futbolu da ha öldü ha ölecek, ama ölmese bile bu gidişle sakat kalacak,” demiştim. Türk Futbol beceriksiz ve yeteneksiz yöneticilerin elinde ciddi bir şekilde sakatlandı. Umarım sahalara dönüşü uzamaz.

prosentez@prosentez.com

www.twitter.com/prosentez