İyisiyle kötüsüyle bir sezon daha geride kaldı. Şike
soruşturması gölgesinde oynanan ve futbolseverlerin bir an önce sona ersin diye
dua ettiği Süper Lig sona erdi. Gazetelerin ilk haberi vermek için mücadele
ettiği, yalanların havada uçuştuğu transfer sezonu başladı.
Peki, Türkiye’de futbol deyince akla ne gelir?
Bu soruya ülkenin dörtte üçünün vereceği yanıt hemen hemen aynıdır;
Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş…
Üç Büyükler diye adlandırdığımız ve ülkedeki hemen herkesin
ucundan bir yerinden tuttukları bu güzide futbol kulüplerimize bir de
Trabzonspor’u ekleyebiliriz. Trabzonspor Anadolu’dan çıkan ilk şampiyon olması
nedeniyle üç büyüklerden sonra adı en çok zikredilen takımımızdır.
Hiç şüphesiz ülkemizde top peşinde koşan her futbolcunun
hayalinde de bu takımlar yatar… Halı sahada oynayan da, Süper Lig’de oynayan da
o efsane formaları sırtına geçirmek için yanıp tutuşur.
Bu kulüpler dışında oynayan hangi futbolcuya sorsanız “ O
formayı sırtıma geçireyim başka bir şey istemem. Üzerine para bile veririm”
der. Gelin görün ki iş ciddiye binip de bu kulüplerden teklif alırlarsa
isteyecekleri rakamın sıfırlarını kendileri bile sayamazlar.
Aslına bakarsanız bu iş basit bir matematik hesabıdır. Oysa futbol camiamızın matematik bilimi ile pek işi yoktur.
Bir futbol kulübünün profesyonel takımının geniş kadrosunda
ortalama olarak 25 futbolcu bulunur. Spor Toto Süper Lig’de 8 yabancı
uygulaması olduğundan ve hemen hemen bütün kulüplerimiz bu hakkı sonuna kadar
değerlendirdiğinden, yerli futbolcu sayısı otomatikman 17’ye düşer. 8 yabancı futbolcudan 6 sının sahaya çıkma
hakkı vardır ve yine kulüplerimiz bunu sonuna kadar kullanırlar. Bu durumda sahada
oynayabilecek yerli futbolcu sayısı sadece 5’tir.
Düşünebiliyor musunuz 25 kişilik geniş kadroda sadece 5
yerli futbolcu forma şansını yakalayabiliyor. Yani üç büyüklerde sahada yer
alan toplam yerli oyuncu sayısı 15 ile sınırlı.
Ve ülkedeki bütün futbolcuların mücadelesi bu 15’i sahada
olan, 30’u da kadroda bulunan 45 ila 50
yerli futbolcu arasına girebilmek için…
Futbolcuların iyi para kazanabilmesi, kendini
gösterebilmesi, milli takıma girebilmesi, Avrupa arenasında boy gösterebilmesi
için başka da bir şansı yok aslına bakarsanız.
70 milyon nüfusu olan bir ülkede 50 şanslı futbolcudan biri
olabilmek hiç de kolay değilken bir de üstüne astronomik transfer ücretleri
istemek ne kadar mantıklı?
Ancak işte öyle olmuyor. Transfer döneminin başlamasıyla
birlikte yine milyon dolarlar telaffuz edilmeye ve havada uçuşmaya başladı.
Üç büyük kulübümüzün de her sezon tek bir amacı vardır o da
şampiyonluk. Camialar şampiyonluk dışındaki tüm sonuçları başarısızlık olarak addederler.
Dolaysıyla da kesenin ağzı sonuna kadar açılır. Yüksek şampiyonluk primi vaatleri
daha sezon başından telaffuz edilmeye başlanır.
Yabancı futbolcu transferinde harcanan paralar dudak
uçuklatır. Ama yerli futbolculara ödenen fiyatlar ise tam anlamıyla servettir.
50 futbolcu arasına girmek için can atan futbolcular için üç
büyük kulübümüz adeta yarışır.
Bedavaya alabilecekleri futbolculara milyonları verirler bir
de üzerine kavga ederler…
Peki neden? Bana göre yöneticilerimiz ya beceriksiz, ya
basiretsiz, ya da üç kağıtçı!!!
Oysa ki futbolcularla yaptıkları sözleşmeleri başarı ve
performans üzerine yapmış olsalar, çok da cüz’i rakamlara çok daha büyük
başarılara imza atabilirler. Sözleşmelerde maç başına ücretlerin yanı sıra,
alınacak puana, atılacak golle, sıralamadaki yere vb kriterler göre ücretlendirme
yoluna gitseler her şey çok daha farklı olur.
Elbette ki bu konuda en üst merci olan Türkiye Futbol
Federasyonu’na da büyük roller düşüyor. Eğer
TFF yakın vadede yabancı futbolcu konusunda gerekli tedbirleri almaz ise bu
günleri de mumla arayacağız.
8 olan yabancı sayısın acilen düşürülmesi gerektiğini futbol
dünyasındaki herkes her fırsatta dile getiriyor. Nitekim yabancı transferine
kriterler konması, böylelikle nitelik ve niceliğin arttırılmasının en büyük
gereksinim olduğu da her platformda konuşuluyor.
Ancak aynı tas aynı hamam ve hatta aynı kurnacı ile yolumuza
devam ediyoruz.