26 Mart 2011 Cumartesi

Galatasaray Fenerleşiyor


Galatasaray ruhunu, benliğini yitiriyor. Galatasaraylılık kavramı değişiyor.  Galatasaray Fenerbahçeleşiyor, Fenerbahçe ise Galatasaraylaşıyor! 

Galatasaray taraftarı hiç olmadığı kadar sabırsız! Sarı kırmızılı camianın tek hedefi var o da: İlle de kazanmak! Oysa Fenerbahçe taraftarı sabretmeyi öğrendi son yıllarda. Son dakikada kaçırdıkları şampiyonluklardan sonra bile başkanlarından vazgeçmediler,  takımlarının kötü gittiği anlarda bile kulüplerine, hocalarına ve futbolcularına sahip çıktılar. Desteklerini eksik etmediler. Hatta sloganları bile “Hep destek, tam destek, ölümüne destek” oldu. Oysaki bu sloganı Galatasaraylılar bizzat yaşadı ve gerçekleştirdi.

Benim doğduğum yıllarda Galatasaray fırtınası esiyormuş ülkede… Brian Birch yönetimindeki Galatasaray bütün kupaları silip süpürüyormuş.  Diğer takımlar yan gözle bile bakamıyormuş.  İngiliz devrimi, Metin Oktay rüzgarı, Özdenak kardeşler efsanesi, Leblebi Mehmetler ve daha niceleri..

Elbette bunları yaşamak, görmek nasip olmadı bana…  İçimdeki futbol sevgimin oluşmasında da ünleri dışında en ufak bir katkıları olmadı bu isimlerin. Ne zaman ki aklım başıma gelip de etrafımdaki herkesin bir takım tuttuğunu görünce, ben de cıvıl cıvıl insanın içini ısıtan renklerinden olsa gerek, Galatasaraylı oldum.  Oldum olmasına da bir türlü Galatasaray başarılı olamıyordu.  Kazandığı Türkiye Kupları dışında ligde hep dökülüyor, rakiplerinin şampiyonlukları karşısında aciz kalıyordu. Bu nedenle de arkadaşlarım karşısında boynum hep eğik dolaşıyordum. Ama buna rağmen Galatasaraylıydım. 

Tüm başarısızlıklara, arkadaşlarımın kızdırmalarına, rakip taraftarların gırgırlarına rağmen, takımımı değiştirmedim. Tuttuğum takım, son şampiyonluğundan ancak 14 yıl sonra başarıyı yakaladı. Ardından da üst üste şampiyonluklar, başarılar, zaferler gelmeye başladı. Türkiye’de hiçbir takımın yapamadığını yapıp UEFA Kupası’nı ülkemize getirdi. 

İşte bu nedenle benim neslimdeki Galatasaraylılar, gerçek Galatasaraylılardır. Başarıya hasret kalıp, her türlü sıkıntıya katlanan bizler, takımlarımızı bir an olsun yalnız bırakmadık. Yenmek kadar yenilmenin de varlığını en iyi bizim kuşağımız bilir. Galatasaraylılıkla özleşen temel kavramlardan biridir, karşılıksız destek.

Galatasaray yine tıpkı o yıllarda olduğu gibi sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Tarihinin en başarısız sezonunu geçiriyor. Hem de Türkiye’nin en muhteşem, en görkemli, en konforlu stadına kavuşmuşken. Hatta bu kez abonesi olduğu Türkiye Kupası’na ve Avrupa’daki başarılarına da uzak.  Elbette taraftar, üyeler, basın ve bu kulübe gönlünü vermiş herkes bunun nedenleri sorguluyor. Kimi sert, kimi yapıcı, kimi kavgacı… Ama bu kez camia çözülmüş durumda. O eski kenetlenmiş görüntüsünden, inancından çok uzak… Herkes birbirini suçluyor. Herkes menfaat peşinde. Kimsenin kulübü, değerleri, ruhu düşündüğü yok. 

Eskiden takım ne kadar kötü giderse gitsin hocasına bile sezon sonuna kadar sabreden, kolay kolay sezon ortası teknik direktör değiştirmeyen Galatasaray, şimdilerde başkanına bile tahammül edemez hale geldi. Başarıya endeksli bir kulüp oldu çıktı.

Hiç şüphesiz bu günler geride kalacak. Bu kez taraftar 14 yıl falan da beklemeyecek. Muhtemelen önümüzdeki sezon yeni stadında fırtına gibi esecek Galatasaray.  Ancak kaybolup giden değerlerin tekrar kazanılması oldukça uzun zaman alacak.

25 Mart 2011 Cuma

Yakın takip devam etmesin!


Sporzin için yazdığım ilk yazı beklediğimden çok daha fazla tepki aldı. Özellikle Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız beni mail yağmuruna tutarak, başlarından geçen benzeri olayları anlattılar. Yeteneklerin birer birer elimizden uçtuğunu, Avrupa’daki potansiyelin çok büyük olduğuna değindiler. Öğrendik ki sürekli yakın takipte! olan TFF Avrupa Büro’nun mağduru olan sadece yetenekli Türk Futbolcuları değilmiş. Avrupa’da yaşayan Türk antrenörler ve Türk gözlemciler de benzeri sıkıntıları yaşıyorlarmış. Almanya’da antrenörlük yapan ve Almanya Futbol Federasyonu için gözlemcilik yapan Hakan Tutkun da bu mağdurlardan biri. Bana yazdığı elektronik maili sizlerle aynen paylaşmak istiyorum. Bu konudaki yorumu size bırakıyorum
 
“Sayın Cüneyt Yalınkılıç

Yazınızı büyük bir beğeni ile okudum.  Yazdıklarınıza bizzat şahit olan biri olarak tespitleriniz için sizi tebrik ediyorum.  Belki hislerime tecüman olup bana yardımcı olabilirsiniz. Yazınızdan anladığım kadarıyla siz de Avrupa’da ki Türk gençlerinin harcandığı düşüncesindesiniz.

Frankfurt için Almanya’nın futbol merkezi derler. Nitekim Almanya Futbol Federasyonu da buradadır. Almanya’da yetişen Türk Futbolcuların %80 bu bölgeden çıkar.
Ben bir Türk olarak Alman Futbolu’na futbolcu beğenip, yetiştiriyorum. Ancak  bizim Milli Takımımızı da hiç unutmuyorum.
Buralara kadar gelmenin ne kadar zor olduğunu bir Türk antrenörü olarak çok iyi bilenlerdenim. Hala bu zorlukları çekmekteyim.
Birkaç yıldan beri Türk kökenli oyuncuların listeleri bir tek ben de mevcut.  Bu çalışmalarımı ülkemle,  ile paylaşmak istedim. TFF Avrupa büro ile irtibata geçip, onlara bu bölgede benden daha iyi çalışmaları olan bir Scout bulamayacaklarını, elimdeki tüm çalışmaları kendileri ile paylaşabileceğimi söyledim.  Avrupa Büro’nun patronu konumundaki Erdal Keser ile birkaç kez temasa geçtim. Her defasında ketum, havalı bir tavırla, negatif karşılandım. Tüm çabalarıma rağmen ne yazık ki bu güne kadar bu konuda hiçbir gelişme olmadı!

Daha henüz kimsenin bilmediği dönemde, daha  U 17 için mücadele eden bir çok futbolcunun isimleri benim listemde mevcuttu.  Başta Mesut Özil olmak üzere, Cenk Tosun, Serdar Taşçı gibi isimlerin sinyallerini çok önceden verdim, ama kimse ilgilenmedi…

Ve şimdi listemde 30’u aşkın yetenekli ve hepsi birkaç yıl sonra Süper Lig’de oynayabilecek seviyede isimler var. Bu isimleri bizim milli takımımıza kazandırmak için mücadele ediyorum ve bunu çok istiyorum ama kimse bunu dikkate almıyor.

Bana bu görevi vermiş olsalar ya da TFF Avrupa bu görev için beni yetkili kılmış olsa 5-6 ay içersinde öyle bir yetenekleri Türk Futbolu’na sunarım ki, iste o zaman Avrupa’daki Türk Futbolu neymiş herkes yakından görür. Ama benim gibi bir insana maalesef böyle büyük görevler verilmiyor, bu işler torpil işi. Amcan, dayın ya da marka olmuş bir ismin yoksa becerilerin, yeteneklerin, bilgilerin bir işe yaramıyor. Bu durumda benim fazla yapacağım bir şey yok :-(


... Birde içimi dökmüşken size bir acı mesele daha anlatacağım. DFB yani Alman Futbol Federasyonu benim çabuk ve hızlı yükselişime karşısında Alman A Milli Takımı’nda benim 14 günlük stajıma onay vermişti. Ben teşekkür ederek bu stajımı Türk Milli Takımı’ndan yana kullanmak istediğimi DFB´ye bildirdim. Kendileri sağ olsunlar Sayın Gülin Kaşlıoğlu ile bağlantıya geçmemi önermişlerdi. Gülin Hanıma talebimi iletip ve haftalarca peşinden koştum ama nafile. Maalesef Oğuz Hoca’dan benim talebime ret cevabi gelmiş. Ortada kaldığıma mı yanayım, yoksa Alman Futbol Federasyonu’na mahcup olduğuma mı? Üzülmemek elde değil !

Bu devir ne zaman değişecek? Benim gibi insanlara ne zaman şans verilecek ??? …

Saygılarımla

Hakan Tutkun”

Görüldüğü gibi durum pek iç açıcı değil… Sayın Hakan Tutkun’un bana anlattıkları, aslında şu sıralar devam etmekte olan UEFA U17 Avrupa Şampiyonası Elit Tur’da açıkça gözler önüne serildi.

4. Gurupta mücadele eden Türkiye’nin rakipleri Almanya’nın kadrosunda 9, İsviçre’nin kadrosunda ise 3 Türk Futbolcusu bulunuyor. Nitekim U17 Milli Takımımız gurupta ilk maçında Almanya’ya Türk oyunculardan yediği gollerle 2-0 yenildi. 

Çok yakın takipte! olan TFF Avrupa Büromuz maalesef, Kaan Ayhan, Samed Yeşil, Okan Aydın, Levent Ayçiçek, Emre Can, Timo Çeçen, Koray Kaçınoğlu, Koray Günter, Robin Yalçın’ı Almanya’ya, Levent Gülen, Musa Araz, Erdoğan Adili’yi ise İsviçre’ye kaptırmış. Belki de gerekli yeteneği bu futbolcularda göremeyip, bu takımlarda oynamalarına göz yumdular. Bilemeyiz, ne de olsa en doğrusunu bu büronun sorumlu Erdal Keser bilir.

Ancak TFF Avrupa Büro yakın takipte! olduğu için gözden kaçırmış olabilir. www.yetenekliturkfutbolcu.de.tl  bir site gözüme çarptı. Burada Avrupa Liglerinde oynayan tüm Türk kökenli futbolcular var. Belki Sayın Erdal Keser İspanya’da golf oynarken arada sırada bu siteye girip yakın takibi! sürdürebilir.

15 Şubat 2011 Salı

TFF Cuntası


Çok küçük yaşta sporun içine girmemden midir, yoksa kendimi hep işime vermemden midir bilinmez, hiç sevmedim siyaseti.  X partisinin bir konudaki fikri hoşuma giderken, Y partisinin de bir başka fikri hoşuma gittiğinden, herhangi bir görüşü benimseyemedim. Aynı anda hem X’ci oldum, hem Y’ci. Ama şu bir gerçek ki hep uzak durdum siyasetten ve siyasetçilerden.

Ben gazeteciliğe yazılı iletişimde sadece faksın ve teleksin kullanıldığı, içinde bulunduğumuz iletişim çağının henüz başı olduğu yıllarda, çocuk denecek yaşta başladım.  Efsane Güneş Gazetesi’nde nam-ı diğer “Gecelerin Kartalı” Değer Eraybar yetiştirdi beni.  Değer Baba gazetede spor servisinin gece sorumlusuydu. Ben de onu asiste ediyordum.  Taşra baskısı dönmesine yakın servisin kapısında görünür ve o alaylı ve etkileyici ses tonuyla, “Vakit beyler! Hadi karılarınızın koynuna.  Siz evinize. Şimdi benim çalışma vaktim” derdi. O zamanlar öyle cep telefonuymuş, internetmiş hak getire.  Ama Değer Baba Barcelona’nın Rio da yaptığı kampta, antrenmanda hangi futbolcu kaç gol attı, kim sakatlandı, yönetici ne demiş gibi bilumum haberi alır ve meslektaşlarını atlatırdı. İşte böyle bir gazeteciydi, Değer Eraybar.
Değer Baba, her gece sohbet adı altında bana adeta ders verirdi. Bir gazetecinin yapması ve yapmaması gerekenler, olmazsa olmazlar, meslek ahlakı, etik, insan biriktirme… Daha neler neler…

Rahmetli yine bu rutin sohbetlerden birinde; “Bak Cüneyiiit! (Cüneyt demez Cüneyiiit derdi bana) Sporda siyaset yoktur. Sporun siyaseti kendine özgüdür. O da renklerdir.  Herkes tuttuğu takıma destek verir, onu kollar, başarısı için mücadele eder. Yoksa devlette o bunu kesmiş, falanca iktidar gelmiş, filanca şunu demiş sporcu adamı ilgilendirmez.  Spora siyaset bulaştığı an, o artık spor değildir. Rekabetin sonu gelmiş demektir” demişti.

O zamanlar henüz siyaset spora bu kadar bulaşmamıştı. Kim bilir belki de bulaşmıştı da ben gençliğin verdiği terelellilikle farkında değildim bunun. Ancak bildiğim bir gerçek var ki, son 10 yılda siyaset artık sporun içinde değil, kendisi olmuş durumda. Özellikle futbol buram buram siyaset kokuyor.

Ocak 2008’de yaşanan Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Olağanüstü Genel Kurulu’nda yaşanılanlar daha dün gibi aklımda.  Delegelerin kendi aralarındaki konuşmaları kulağımdan bir türlü gitmiyor. Bu seçimlerde delegelere sandığa girerken iki renk pusula ve zarf veriliyordu ve oy verme işlemi sonrasında kimin hangi renk oy kullandığı apaçık ortaya çıkıyordu.

-Ne yapacağız ağabey, nasıl olacak bu iş?
-Ne olacağı var mı? Paşa paşa gidip vereceğiz pusulayı Göksel’e.
-Olur mu ağabey böyle şey. Nerde kaldı gizli oy açık tasnif? Bu kanun dışı. Sandık odasına yığmaları lazım iki renkte de pusulaları. Adam bana zarfla birlikte veriyor iki renk pusulayı. Böyle olunca ben ne renk kullanmışım apaçık ortada. Bir de kullanmadığım oy pusulasını görmek istiyor. Nasıl bir anlayış bu?
-Kimi kime şikâyet edeceksin? Duymadın galiba dünkü toplantıda konuşulanları. İdiaa’ya aldırmam sizin kulübü. Sonuçlarını düşünerek hareket edin demedi mi? Sana gelmediler mi?
-Sorma ağabey gelmezler mi? Bir tek kulübe gelseler yine iyi. İş yerime de geldi vergi memuru. “Seçimlerden sonra inceleme için yine ziyaret edeceğiz” diyerek gerekli mesajı zaten verdiler. Belediye de suyu kesti, seçim sonrası bakarız dedi. Ama ben buna rağmen hala içime sindiremiyorum ağabey. Çok adaletsiz değil mi bu davranış.
- Sen bilirsin! Ben riski alamayacağım. Kulüpten de vazgeçtim. Zaten bırakacağım. Ama ticari hayatım bitecek alimallah. Sana tavsiyem hiç bulaşma. Bu sefer iş çok ciddi!

İki Anadolu kulübü delegesi arasında geçen bu diyaloğa bizzat şahit olmasam ve yaşanılanları görmesem hayatta inanmazdım. Siyasetin spora nasıl bulaşabildiğini, bu diyalog sayesinde yaşayarak gördüm.  Bu siyaset değildir de nedir?  Bu anlayışla yönetime gelen yöneticiler, çok merak ediyorum ne verebilir Türk Futbolu’na ? Vizyonları, misyonları ne olabilir?

Bugün durum, benim bu diyaloğa şahit olduğum günkünden farklı değil. O gün oy almak için dış güçleri kullananlar, bugün TFF’yi yönetmek için bunu kullanıyorlar. Futbolun asıl paydaşları olan kulüpler ve o kulüplerin olmazsa olmazı taban birlikleri, TFF tarafından değil, bu dış güçler tarafından yönetiliyorlar.
TFF Başkanı Mahmut Özgener geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmasında, futbolda demokrasi olmadığından söz etmiştir. Doğrudur! Çünkü Ocak 2008’de Türkiye’de siyasi bir futbol darbesi olmuştur. Bu darbe sonrası darbeci zihniyet TFF yönetimini ele geçirmiş ve demokrasiyi askıya almış, adeta bir cunta yönetimi oluşturmuştur.

Diktatörler güçlerini halktan değil, kendilerini destekleyenlerden alırlar. Nitekim TFF yönetiminin bugün en büyük destekçisi Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve İBB Başkanı Göksel Gümüşdağ’dır.  

Alan memnun, veren memnun olduğu sürece, değil Galatasaray’ın Beşiktaş’ın, bu diktayı yıkmaya kimsenin gücü yetmez.

7 Ocak 2011 Cuma

Dinamit patlamak üzere


Atalarımız boşuna dememişler “Güneş balçıkla sıvanmaz” diye. Tüm Spor Medyası devekuşu misali kafasına kuma gömmüş olmasına, olanı biteni görmezden gelmesine ve göz yummasına rağmen, gerçekler acı da olsa bir şekilde ortaya çıkıyor. 

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) için önceki yazılarımdan birinde, “Dinamitin fitili ateşlendi. Fitilin boyu çok uzun değil. Dinamit patlarsa hasar çok büyük olur. Birilerinin bu fitili patlamadan söndürmesi gerek” demiştim ve fitilin sönmesi için TFF yönetiminin acilen istifa etmesi gerektiğini iddia etmiştim. Nitekim fitil hala yanmaya devam ediyor hem de hızlanarak

Bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesi, 5894 sayılı TFF Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun bazı hükümlerini iptal etti. Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin açtığı davada 5894 sayılı Kanun'un, ''Tahkim Kurulu kendisine yapılan başvuruları kesin ve nihai olarak karara bağlar ve bu kararlar aleyhine yargı yoluna başvurulamaz'' ibaresinin, ''... ve bu kararlar aleyhine yargı yoluna başvurulamaz'' bölümünü, oy çokluğuyla iptal etti.

Kulüplerin, TFF Tahkim Kurulu kararlarını yargıya taşıyabilecek olması beraberinde büyük bir kaosu getirecek. Türk Futbolu bir anlamda en az 15 yıl geriye gitti. Büyük bir yara aldı. Nitekim bu kararın sonu özerkliğin temelini oluşturan 5894 sayılı TFF Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun iptaline kadar uzanabilir. 

Kulüplerimizin en önemli gelir kalemini oluşturan naklen yayın gelirleri de yine Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği madde ile birlikte buharlaşıp uçabilir. Çünkü bu maddenin kalkması bir anlamda havuzun delinmesi anlamına geliyor. Bundan sonra kimse çıkıp milyonlarca doları babasının hayrına Türk futbolu için harcamayacaktır.

Bütün bu sürecin tek sorumlusu bugüne kadar aldığı ve almadığı kararlarla hep tartışma konusu olan TFF Yönetimi’dir.

Tahkim kurullarıyla ilgili düzenleme her ülkede farklı olarak uygulanıyor. UEFA ile FIFA, futbolu doğrudan ilgilendiren konular dışındaki ekonomik problemlerden dolayı yargıya gidilmesine sıcak bakmamasına rağmen, bu tür durumlarda herhangi bir yaptırım ve uyarıda bulunmuyordu. Bu yüzden Tahkim Kurulu’nu her konuda yetkili kılan Türkiye bu konuda bugüne kadar diğer birçok UEFA üyesi ülkeden daha başarılı ve özgürdü. 

Ta ki Ankaraspor ile ilgili verdiği o anlaşılması güç karara kadar.
TFF Yönetimi, TFF’yi imparatorluk gibi görüp padişahlık yapmaya kalkınca, ortaya ileride de onarılması mümkün olmayan hasarlar çıkıyor. Futbol otoritelerinin büyük bir çoğunluğunun haksız bulduğu bir kararla Ankaraspor’ un küme düşürülmesi ve ardından da liglerden ihraç edilmesi, bu sonucun ortaya çıkmasındaki tek nedendir. 

Şimdi ne olacak? Ankaraspor lige nasıl dönecek? Lig yapılanması nasıl oluşacak. Ankaraspor ’un maddi zararları ve manevi zararları nasıl karşılanacak. Zaten açık vermiş olan TFF Bütçesi 200 milyonları bulacak olası bir tazminatı nasıl ödeyebilecek?

Neresinden bakarsanız bakın işin içinden çıkmazsınız. TFF yönetimi, yöneticiliği ellerine yüzlerine bulaştırmış durumdalar.






25 Aralık 2010 Cumartesi

Ekonomiye futbol yükü

Cumhuriyet Spor'da yayınlanan yazım :
 
Türkiye’nin ihracat açığının hızla büyüdüğü ve döviz rezervlerinin her geçen gün azalmaya başladığı şu son günlerde, Türk ekonomisine en büyük darbe futboldan geliyor. Sıradan bir futbolcunun bile rakamlarının milyonlarla ifade edildiği transfer dönemlerinde, yabancı bir futbolcunun kulübe maliyeti, bonservisi, futbolcunun alacağı derken, yaklaşık 2 ila 4 milyon dolar arasında değişiyor.  Ha keza teknik adamların maliyetleri de bunlardan düşük değil. Bu da bir anlamda her yabancı oyuncu ile birlikte, bu kadar dövizin havaya uçması demek. Bu rakamlar bir devlet ekonomisi için küçük görülmekle birlikte incelendiğinde korkunç boyutlara ulaşıyor. 
 
Yeni yayın ihalesi ile birlikte gelirlerini % 126 artıran Süper Lig kulüpleri 360 milyon doları aralarında paylaşıyorlar. Dağıtım formülüne göre şampiyonluk yaşayan 4 büyük kulüp aslan payını alıyor.  Ancak naklen yayın ihalesinden TFF’nin aldığı pay da dahil olmak üzere kulüplerin aldığı, buradan gelen para olduğu gibi yabancılara gidiyor. Nasıl mı? 
İşte size kulüplerin yaptığı yabancı transferlerinden birkaç örnek; Beşiktaş Guti’ ye yıllık 3.6 milyon dolar ödeyecek, Tabata Siyah Beyazlılara 8 milyon dolara mal olmuştu. Queresma ise sadece 7. 5 milyon dolar. Galatasaray Baros için yaklaşık 7.5 milyon dolar, Neill için ise 4 milyon Euro’yu gözden çıkarıyor. 
Fenerbahçe’de ise durum daha da vahim sadece Guiza için harcanan para birçok mütevazı kulübün toplam bütçesi kadar. İki yıl önce 15 milyon Euro bonservis ücreti ödenerek transfer edilen ‘Okçu’ lakaplı İspanyol forvet için bu süreçte sarı lacivertlilerin kasasından tam 23 milyon Euro çıktı. Fenerbahçe’nin satılığa çıkardığı futbolcuya 2 milyon Euo’dan fazla veren olmadı. Diğer kulüplerin ve diğer futbolcuların rakamları da bu saydıklarımızdan farklı değil. Bazı kulüplerimizin istisnai ucuz yabancıları dışında rakamlar 3 aşağı 5 yukarı bu seviyelerde. Bu furyaya TFF de katıldı. Sadece A Milli Takımımızın Part-Time hocası Hiddink’in aldığı rakam primler ve ekstralar hariç,  yıllık 4 milyon Euro. 
Spor-Toto Süper Ligi’nde oynayan takımların, eskiden 6 olan yabancı sayısının bu sezon 8’e yükselmesiyle birlikte, savurganlıkları da arttı. 8 yabancı, yabancı teknik direktör derken kulüplerin bütçesi yetmez oldu. Rekor düzeydeki yayın gelirlerine rağmen, kulüpler yine mali krize girdiler. Özellikle milyarlara varan bütçeleri ile büyük kulüplerimiz gözlerini kırpmadan milyonlarca doları bir çırpıda yabancı futbolculara verebiliyorlar. Hiç şüphesiz başarı için büyük paralar harcamak gerekiyor ama ya sonrası. Sizi rakamlar boğup kafanız karıştırmak istemiyorum. Fakat, Beşiktaş başta olmak üzere Fenerbahçe ve Galatasaray’ın yanı sıra birçok Süper Lig takımı bütçelerini çoktan aşmış durumdalar. 
18 takımlı Süper Lig’de her takımın 8 yabancı oyuncu hakkını kullanması, yabancı teknik direktörün zaten serbest olması, hatta bazı kulüplerin bunu da yeterli bulmayıp yabancı sınırlamasının kalkması yönünde Türkiye Futbol Federasyonu’na baskı yapması bir anlamda intihar etmesi anlamına geliyor. Çok yakında kulüpler kasalarının tam takır olacağının farkında değiller.
Hesap ortada Süper Lig’de 18 takım var. Hepsinin en az 8 yabancı oyuncusu var. ( Türk vatandaşı yaptıkları oyuncular hariç) Bu da 144 yabancı demek. Ortalama olarak her yabancı oyuncunun 3 milyon dolara mal olduğunu varsaysak, en az 432 milyon dolar gibi bir rakam yapıyor. Buna yabancı teknik direktörleri de eklediğinizde alın size 500 milyon dolar ülke dışına gitti demek! Bu da bir ülke ekonomisi için hiç de azımsanacak bir rakam olarak görünmüyor.
Yabancı transferlerine harcanan yaklaşık 500 milyon dolar hem devletin, hem de kulüplerin kasasını boşaltıyor. Digitürk’ün bizlerden aldığı ve kulüplere dağıttığı para, bir şekilde döviz rezervimizin bir miktar daha azalmasına neden oluyor.
Hele bir de madalyonun diğer yüzü var ki, hem ekonomimiz, hem de futbol açısından tam bir felaket. Yabancı futbolcunun ve teknik adamın bu kadar bol olduğu ülkemizde, birkaç futbolcuyu saymazsak, hiçbir teknik adamımız ve futbolcumuz Dünya liglerinde boy gösteremiyor. 
Yani çıkan 500 milyon dolar, giren sıfır. Kısacası ülkemize döviz girmiyor. 
Eğer TFF bu konuda girişimde bulunmayıp çarkı tersine çeviremezse, hem Türk futboluna, hem de Türk ekonomisine katkısı olmadığı gibi zararı olur.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Hiddink'in maaşı bir çorba parası


Ne acıdır ki Türk Futbolu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. 

Bir kar rejimi içine sokulan futbolumuzun nereye koştuğunu, kimse cesaret edip anlatamıyor. Daha doğrusu anlatanlar bir şekilde susturuluyor. Çünkü bazı gerçeklerin su yüzüne çıkması bazı kişilerin aşına fena halde su katıyor.

Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) yazın yapılan mali genel kurulunda, hepinizin yakından bildiği gibi, bir TFF yönetiminin futbol tarihinde ilk kez ibra edilmediğine şahit olmuştuk. Türkiye’nin en büyük gelir kalemlerinden birine sahip olan dev kurumu, milyonlarca dolar gelire, onlarca sponsora ve hatta devletin büyük desteğine karşın zarar içindeydi. Oysaki bir önceki yönetim TFF’yi tarihinin en büyük kârıyla bırakmıştı. Ama gelin görün ki aradan sadece 2 yıl geçmiş olmasına karşın artan sponsorlara rağmen mali tablo içler acısıydı.
TFF yönetimini Haziran’da yine bir genel kurul bekliyor. Futbol kulislerinde konuşulduğu kadarıyla seçimli bir genel kurul olacak bu.  Ortak kanı da mevcut Başkan Mahmut Özgener’in aday olmayacağı, yeni adaylar çıkacağı yönünde.  Muhtemel adaylar arasında adı geçenler, Başbakan’ın ile aile bağları bulunan Aziz Yıldırım güdümlü İBB Başkanı Göksel Gümüşdağ,  Antalya’da seçim kaybettikten sonra yine Başbakan tarafından sahip çıkılan Menderes Türel ve Başbakan’a yakınlığı ile bilinen Hakan Şükür. Haziran’a kadar birkaç tane daha aday çıkması bekleniyor. Bu isimler yıpranmamak için son dakikaya kadar adaylıklarını ulu orta telaffuz etmiyorlar.

İş böyle olunca mevcut yöneticilerin paçası fena tutuştu. Gelecek yönetimde kendine yer bulmak isteyen bazı yöneticiler işi sıkı tutmaya başladılar. Nitekim ibra edilememelerine rağmen istifayı düşünmeyen TFF yöneticileri, mali durumdan rahatsız olmuş olacaklar ki yeni bir tasarruf politikasını benimsemişler. Genel Kurul da delegelere dağıtılacak kitapçıkta bu tasarruftan göğüslerini gere gere bahsederler artık!

Part- time hocamız Guus Hiddink’i, A Milli Takımın başına yaklaşık 4 milyon Avro gibi astronomik bir rakama getiren, maç başına galibiyet primi olarak 300 bin avro ödeyen ve Avrupa Şampiyonası’na Milli Takımımızı götürmesi durumunda 2 milyon Avro ekstra prim ve bir dünya bonus  ile 5 milyon Avroyu gözden çıkarabilen tasarrufçu yöneticilerimiz, TFF çalışanlarının görevli olarak yurt dışına çıktıklarında aldıkları 50 ila 100 Avro arasında değişen harcırahları kaldırmışlar. Bununla da yetinmeyip İstinye’de ki merkez bina dışındaki çalışanlara verilen 15TL yemek parasını da %50 indirim yaparak 7TL’ye çekmişler. 

Hollandalı hocamız için tüm cömertliklerini gösteren ve bu çerçevede part-time hocamızın, Türkiye'ye gidiş gelişlerindeki tüm birinci sınıf uçak biletlerini karşılayan, Türkiye'de kaldığı süre içinde Çırağan'daki konaklama masraflarını eksiksiz olarak ödeyen TFF yöneticileri, söz konusu 50 avroluk harcırah ve 15TL’lik yemek parası olunca bir anda tasarrufa başlıyor.

Huzur hakkı adı altında para alabilmek için, toplantılarının büyük bir çoğunluğunu İstanbul dışında gerçekleştiren, seçilmiş yönetici olmalarına rağmen TFF’den maaş almaktan çekince duymayan, yurt dışı seyahatlerinde oy deposu olarak gördükleri kulüp başkanlarını limuzinlerde taşıyan TFF yöneticileri, çalışanların bu yasal hakkını bir anda yapılacak en önemli tasarruf maddesi olarak benimsemişler.
Detaylara girerek canınızı sıkmak, sizi rakamlara boğmak istemiyorum. Ancak görünen o ki TFF hem maddi, hem manevi açıdan bir çöküşe doğru gidiyor.  

Rakamlarla aram iyi değildir. Ekonomiyi, muhasebeyi hiç bilmem.  Ama sokaktan geçen birinin bile görebileceği gerçekler vardır. Gerçekçi bir tasarruf politikası izlemeyen TFF yöneticileri de, çalışanların yurtdışı harcırahlarından yapacağı kesinti ile milyonlarca dolarlık zararlardan kurtulamayacağını biliyor. Fakat aynı yöneticiler mali tablolarda yapılacak rakamsal oyunlarla zarardan geçici de olsa kurtulmuş gibi gösterilebileceğini, muhasebede 2 kere 2 nin her zaman dört etmediğini çok iyi biliyorlar. Tasarruf, işin dostlar alışverişte görsün kısmı.

Şunu çok iyi biliyorum, yönetimleri boyunca sürekli olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından denetim altında tutulan Haluk Ulusoy ve çalışma arkadaşları, şu anki mevcut yönetimin şuursuzca yaptığı harcamaların binde birini gerçekleştirmiş olsalardı, şu anda kendilerini cezaevinde ziyaret ediyor olurduk.