21 Nisan 2011 Perşembe

Zavallı Türk Futbolu

Milli Takımlar bir ülkenin futbolunun ne seviyede olduğunun önemli bir göstergesidir. Bazı ülkeler için sadece vizyon olan bu gösterge, bazı ülkeler için ise misyondur. Her ne olursa olsun tüm ülkeler başta milli takımlarını geliştirmek ve başarıya ulaştırmak için uğraşı verirler. Milli takımlar için ise sahne FIFA’nın ve bağlı bulundukları konfederasyonun düzenlediği uluslararası büyük turnuvalardır. Yani Dünya Şampiyonası ve bizim bağlı bulunduğumuz kıta gereği Avrupa Şampiyonası.

Kaçırılan her turnuva önemli bir prestij kaybının yanı sıra ülke futbolunun da geri gitmesine neden olur. Ekonomik anlamdaki zararlarını hiç saymıyorum bile! Ülke federasyonları bütçelerine, güçlerine ve futbol değerlerine göre bir hedef belirlerler.

 90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de hedefini yapılan bütün uluslararası şampiyonalara katılmak ve burada en az bir tur yukarı çıkmak olarak belirlemişti. TFF tüm planlarını ve yatırımlarını bu hedef doğrultusunda yaptı. Bütçeler hep bu hedef doğrultusunda hazırlandı.

Ancak, 2010 Dünya Kupası’na katılamayarak bu hedeften önemli ölçüde sapan ve aldığı sonuçlar ve oynadığı futbolla 2012 Avrupa Şampiyonası’nı da tehlikeye sokan Milli Takımımız bu planları altüst etmiş görünüyor.
Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Elbette mevcut TFF Yönetimi’nin aldığı ve almadığı kararlarla.
Göreve geldiği andan itibaren Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın baskısından ve etkisinden kendini sıyıramayan TFF Yönetimi, kulüplerin Süper Lig’de 8 yabancı oynatmasına izin vererek Türk Futbolunun dibine adeta kibrit suyu dökmüştür. Fenerbahçe’nin menfaatlerini Türk Futbolunun menfaatlerinin üstünde tutan Aziz Yıldırım, ne yapıp ne edip, hiçbir kriter veya ön şart koydurmadan yabancı futbolcu bulundurma konusunda bu kararı aldırmayı başarmıştır.

Gerekçe olarak Avrupa’da başarı ve ülke temsiliyetini öne süren Yıldırım’a nedense kimse dur diyememiştir.  Yabancı sayısının 4 ile sınırlı olduğu 2000’li yıllarda Galatasaray UEFA Kupası ve Süper Kupayı ülkemize getirirken,  günümüzde 8 yabancılı takımlarımız Mart ayını bile göremeden Avrupa’ya veda etmişlerdir.
Bugün Spor-Toto Süper Lig’de sözleşmeli futbolcuların %51’ni yabancı futbolcular oluşturuyor.  Bunun %36 sını gerçek yabancılar, %15’ini ise orjini yurt dışı olan türk asıllı gurbetçi futbolcular oluşuyor. Maçlarda oynama sayısında ise rakam %54’lere kadar çıkıyor.

Yabancı sayısında bu rakamı geçen tek ülke %58 ile İngiltere…  Son Avrupa Şampiyonu İspanya’da bu rakam sadece %27… Bu arada İspanyolların Avrupa Kupaları'nda fırtına gibi estiğini bilmem hatırlatmama gerek var mı?

Bu rakamlardan sonra nasıl bir milli takım, nasıl bir başarı, nasıl bir gelecek bizi bekliyor siz düşünün!

19 Nisan 2011 Salı

Türk Futbolu sakat kalacak



Türk Futbolu için Haziran ayı yeni bir milat olacak. 2008 yılında adeta gasp ederek Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) direksiyonuna geçenler için, yolun sonu geldi. Kimler aday olacak, mevcut yöneticiler devam edecek mi? Mahmut Özgener bırakacak mı? Başbakan kimi işaret edecek? Her yerde bu sorular yanıt arıyor.
Bu sorular yanıtlarını aramaya devam ede dursun, ama bir taraftan da maalesef TFF yönetimi Türk Futbolu'nun geleceği ile oynamaya devam ediyor. Verdikleri  ve vermedikleri kararlarla, harcamalarıyla, skandallarıyla tozu dumana katıyorlar. 
Benim en başından beri durumun vahametini aktarmaktan,  gerçekleri söylemekten dilimde tüy bitti. Ancak ben ve benim gibi düşünenler seslerini bir türlü futbolun paydaşlarına duyuramadılar.  Seçim yaklaştıkça huzursuzlukları bulunanlar ya da bu durumdan çıkar sağlamak isteyenler,  seslerini ufak ufak yükseltmeye başladılar tabii.
Yanlış tedavi hastayı öldürmese bile sakat bırakırmış. Aynı hesap Türk Futbolu da ha öldü ha ölecek, ama ölmese bile bu gidişle sakat kalacak. Mevcut yöneticilerin kadrolaşma zihniyeti ile göreve getirdikleri isimler, becerisizlikleri ile kalıcı hasarlar bırakıyor. Göreve geldikleri günden itibaren sistematik olarak, bahçıvandan kat görevlisine,  sekreterden muhasebe elemanına, avukatından hocasına kadroları tırpanlayan yönetim,  çıkardıkları her isimin yerine en az 3 kişi alarak kadrolaşmaktan bir beis duymuyor.
Nitekim bu başarısız kadrolaşmanın en çarpıcı sonuçlarını TFF'nin Avrupa Bürosu'nda da görmek mümkün.  Görevi Avrupa'da yaşayan potansiyel yıldız adaylarını Türk futboluna kazandırmak olan TFF Avrupa Büro son yıllarda adeta iflas etmiş durumda. Her ne kadar birkaç isim ön plana çıkarılmaya çalışılsa da, özellikle Mesut Özil ile yaşanan hayal kırıklıkları artarak devam edecek gibi.
Almanya Futbol Federasyonu harıl harıl yetenekli Türk gençlerini saflarına katmayı başarırken, bizim elimiz maalesef armut topluyor. Kendi ayakları ile bize gelmek isteyen futbolcularımızı bile kapıdan çeviriyoruz.
TFF Almanya Bürosu'nun nasıl bir durumda olduğunu,  Teknik Sorumlu Erdal Keser ile o tarihte Bayern Münih'te oynayan ve gelecek için büyük umutlar vadeden Mainz takımının Türk futbolcusu Deniz Yılmaz arasında geçen aşağıdaki telefon konuşmasından rahatlıkla anlayabilirsiniz.
  • § E.K - Deniz seni çok yakından takip ediyoruz. Çok formdasın. Çok yeteneklisin. Seni ilk etapta A2 Milli Takımızda oynatmak istiyoruz. Bu nedenle de bu hafta sonu kampımıza davet ediyoruz. Davet yazını hazırladık.
  • § D.Y - Kusura bakma hocam gelemem!
  • § E.K - Neden gelmiyorsun. İnsan ülkesi için oynamaz mı?
  • § D.Y - Hocam oynar oynamasına da ben ağır bir operasyon geçirdim. Bırakın oynamayı , 1 aydır antrenmana bile çıkmıyorum. Mart'a kadar futbol bana yasak.
  • § -Hımm! Geçmiş olsun, oldu o zaman ben seni sonra ararım.
Çok yakından takip ettikleri! futbolcu tam 1 aydır sakat. TFF Yakın takipte!
Öte yandan Almanya Futbol Federasyonu Genç Milli Takımlarında mücadele eden Türk asıllı futbolcu Tarık Çamdal için, arasının açık olduğu hocası ile barışması için devreye bile giriyor. Katı tutumları ile bilinen, disiplinden ödün vermeyen Almanlar maç eksiği oluşmasın diye futbolcularını tek tek takip edip, hocalarından bu futbolcuların istikrarı için özel ricada bulunuyor.
Tarık Çamdal demişken, çok yakında herkesin yakından tanıyacağı bir futbolcudan bahsediyorum. 1860 Münih takımında oynuyor. 19 yaşında ve tam 10 kez Almanya U19 takımının formasını giymiş bir futbolcu.
Geçtiğimiz günlerde bir gazete satır arasında Türk Milli takımına davet edildiğini, ama Tarık'ın bu daveti ret ettiğini yazmıştı.
Tarık ile bizzat kendim konuştum. "Cüneyt Ağabey bir kez bile davet gelmedi. Ülkemin formasını giymek için ne gerekiyorsa yaparım. Davet gelmediği ve Almanlar sahip çıktığı için mecburen Alman Milli Takımı'nda oynuyorum. Yoksa her şeyi göze alırım ve bir an bile düşünmem Ay-Yıldız için" dedi. İşin ilginci sene başında başta Galatasaray ve Beşiktaş olmak üzere tüm kulüplerimizin transfer listesine giren bu oyuncu maalesef TFF 'nin takip listesinde yok.
Elimizden kaçan Mesut'lar, kaçmak üzere olan Tarıklar, Denizler... İşte bunlar Türk Futbolu'nu belki öldürmeyecek, ama sakat bırakacak sakat!

13 Nisan 2011 Çarşamba

Bardağın dolu tarafı


Geçen gün bir gazeteci arkadaşım aradı. Türk futbolundan,  spordaki gelişmelerden sohbet ettik. Kendisi de yaşanılan olaylardan çok rahatsız olduğu halde çalıştığı kurumda tek satır yer veremiyordu gelişmelere. “Ya Cüneyt arıyorum arıyorum hiçbir olumlu yapılan iş göremiyorum. Hiç mi yok bunların yaptıkları iyi bir şey?” diye bir soru sordu.  Saniye tereddüt etmeden “Eğer aşırı kadrolaşmayı ve tasfiye hareketlerini saymazsak; Ersun Yanal ve Futbol Genel Direktörlüğü (FGM) TFF için oldukça başarılı bir yapılanma” dedim.
Gerçekten de sürekli olarak verdiği ve vermediği kararlarla skandallara ve tarihi yanlışlara imza atan Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) , eski adıyla ARPEG, yeni adıyla Futbol Genel Direktörlüğü (FGM) ile bambaşka bir görüntü çiziyor.

TFF’de yönetim değişip Gündüz Tekin Onay’da rahmetli olunca, önce Ahmet Güvener, sonra da  Milli Takımımızın eski teknik direktörü Ersun Yanal bu birimin başına tek yetkili olarak getirildi.
Mevcut yönetimin belki de en iyi yapılanması durumunda olan, FGM yaptığı çalışmalarla alkışı hak ediyor.
Ersun Yanal gibi bir tecrübeli ve başarılı bir ismin çekip çevirdiği FGM, rahmetli Gündüz Tekin Onay’ın projelerini de sürdürmeye devam ediyor.  Gündüz Hoca ile çok yakın çalışma şansı yakaladığım için projelerini, düşüncelerini, ilişkilerini en iyi bilenlerden biriyim. Zaten Rahmetli, Ersun Yanal’ı çok severdi. A Milli Takımın başına Yanal’ı ilk öneren kişi de kendisiydi.

Futsal A Milli Takımı ilk maçı öncesi
İşte o Gündüz Tekin Onay kimsenin inanmadığı bir anda, hatta yönetim kurulu üyelerinin birçoğunun karşı çıkmasına rağmen, Başkan Haluk Ulusoy’un desteğiyle Türkiye’ye Futsal’ı getirdi. Başına da eski bir talebesi olan Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcularından Ömer Kaner’i koydu. Yanal göreve geldiğinde Ahmet Güvener tarafından askıya alınan Futsal’a yeniden sahip çıktı.

Nitekim Futsal Milli Takımımız imkânsızı başarıp kurulduktan tam 5 yıl sonra çok güçlü rakiplerini geride bırakıp devlerle birlikte Avrupa Şampiyonası’nda oynamaya hak kazandı. Çoğu 15 ila 20 yıldır Futsal arenasında boy gösteren dev rakiplerine karşın, Ömer Kaner’in takımı sadece 5 yılda bu başarıyı yakaladı.
Bize böyle bir başarıyı yaşattıkları ve gelecek için bizi umutlandırdıkları için, Ersun Yanal başta olmak üzere Ömer Kaner ve ekibini canı gönülden tebrik ediyorum.  Sadece Futsaldaki başarılarıyla değil, eğitim konusundaki attıkları adımlar ve uyguladıkları projelerle de övgüyü hak ediyorlar. 

İspanya’da, İtalya’da artık Basketbolun tahtını iyiden iyiye zorlamaya başlayan, oyuncularının 6 sıfırlı rakamlara transfer olmaya başladığı Futsal, çok yakın bir gelecekte Türkiye’de de patlama yapacak.  Bunda da hiç şüphesiz kazanılacak başarıların ve yaşanılacak zaferlerin büyük payı olacak.

TFF yine kayyuma mı emanet olacak?


Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında yapılan Türkiye Futbol Federasyonu  (TFF) Olağan Genel Kurulu’ndan sonra, “TFF Genel Kurulu iptal edilecek (mi)?”  başlıklı bir yazı yazmış ve yapılan Genel Kurul’un kuvvetle muhtemel iptal edileceğini söylemiştim.  Skandallarla dolu olan ve yönetimin TFF tarihinde ilk kez ibra edilmediği bu Genel Kurul’da, Faal Futbol Hakemler Derneği’nin Başkanı ve yetkili kıldığı 5 delege yer almamaktaydı. Bu üye derneğe, Genel Kurul iç tüzüğü hükümlerine göre de gerekli tebligatlar yapılmamıştı. Bu nedenlerle; Statü de açıkça belirtildiği üzere sadece usulüne uygun olarak toplanan Genel Kurul karar alma yetkisine sahip olacağından ve bu Genel Kurul usulüne uygun toplanmadığından Genel Kurulun iptal edilmesi yönünde hak sahipleri tarafından dava açılmıştı.

TFF’nin mevcut yönetimi, “Ne yaparsam yanıma kar kalır” mantığıyla hareket ederek, kanunları bile hiçe saymaya kalkışınca,  olanlar oldu. Yetkisini kanunlardan alan Genel Kurul bu kez TFF Yöneticileri’nin çıkarları doğrultusunda toplanmış, kanun çiğnenmiş ayaklar altına almıştı. 

Ancak, TFF Yönetimi’nin unuttuğu bir şey vardı; Türk Adalet Sistemi, her ne kadar ağır aksak ilerlese de sonuca mutlaka ulaşır. Suçlular cezalarını eninde de sonunda mutlaka bulur. Nitekim peşi sıra yapılan duruşmalar sonrasında, bu konu ile ilgili karar tarihi, yüce mahkeme tarafından Mayıs ayı olarak belirlendi.  Mayıs ayı içinde yapılacak duruşmada, mahkeme bilirkişi raporları doğrultusunda Genel Kurul’un usulüne uygun olmadığına ve iptal edilip edilmeyeceğine karar verecek.

Bana ulaşan ilk bilgilere göre, bilirkişi raporları Genel Kurul’un kesinlikle iptal edileceği şeklinde. Hatta TFF yönetiminin acilen kayyuma devredilmesi gerektiği konusunda da bir görüş birliği varmış. Buna duruşmadan önce bile karar verilebilirmiş! Daha da ötesi TFF yöneticileri hakkında cezai işlem uygulanması söz konusu. 

Temmuz ayında yazdığım yazıda da söylediğim gibi bu sürpriz bir gelişme değil. Ben böyle bir gelişmeyi zaten bekliyordum. Görünen köy kılavuz istemiyordu. Zaten yerlerde sürünen Türk futbolunun marka değeri bu gelişmeler sonrasında nerede olur siz düşünün. Yöneticilerin yapılan bir genel kurula dahi şaibe karıştırmaları durumun ne noktaya geldiğini en iyi şekilde özetliyor sanırım.

İşin garibi tüm bu gelişmeleri ulusal basınımız görmezden geliyor ve sanki hiçbir şey olmuyormuşçasına sessiz kalıyor. Adeta üç maymunu oynuyor. Bir gazeteci olarak meslektaşlarımın bu denli sessiz kalmasını kabullenemiyorum. Bugüne kadar inanmıyordum ama artık bu korku edebiyatına inanmaya başladım.
Zaten ibra edilmemiş olan bir mali tablo ile usulünce toplanmamış Genel Kurul delegelerinin önüne çıkmanın tek bir izahı olabilir: Koltuk korumak! 

2008 Ocak ayında kayyum kontrolünde gerçekleşen Genel Kurul’la göreve gelenler, büyük bir ihtimalle kayyum kontrolündeki bir Genel Kurul’la Haziran ayında görevlerini bırakacaklar.

26 Mart 2011 Cumartesi

Galatasaray Fenerleşiyor


Galatasaray ruhunu, benliğini yitiriyor. Galatasaraylılık kavramı değişiyor.  Galatasaray Fenerbahçeleşiyor, Fenerbahçe ise Galatasaraylaşıyor! 

Galatasaray taraftarı hiç olmadığı kadar sabırsız! Sarı kırmızılı camianın tek hedefi var o da: İlle de kazanmak! Oysa Fenerbahçe taraftarı sabretmeyi öğrendi son yıllarda. Son dakikada kaçırdıkları şampiyonluklardan sonra bile başkanlarından vazgeçmediler,  takımlarının kötü gittiği anlarda bile kulüplerine, hocalarına ve futbolcularına sahip çıktılar. Desteklerini eksik etmediler. Hatta sloganları bile “Hep destek, tam destek, ölümüne destek” oldu. Oysaki bu sloganı Galatasaraylılar bizzat yaşadı ve gerçekleştirdi.

Benim doğduğum yıllarda Galatasaray fırtınası esiyormuş ülkede… Brian Birch yönetimindeki Galatasaray bütün kupaları silip süpürüyormuş.  Diğer takımlar yan gözle bile bakamıyormuş.  İngiliz devrimi, Metin Oktay rüzgarı, Özdenak kardeşler efsanesi, Leblebi Mehmetler ve daha niceleri..

Elbette bunları yaşamak, görmek nasip olmadı bana…  İçimdeki futbol sevgimin oluşmasında da ünleri dışında en ufak bir katkıları olmadı bu isimlerin. Ne zaman ki aklım başıma gelip de etrafımdaki herkesin bir takım tuttuğunu görünce, ben de cıvıl cıvıl insanın içini ısıtan renklerinden olsa gerek, Galatasaraylı oldum.  Oldum olmasına da bir türlü Galatasaray başarılı olamıyordu.  Kazandığı Türkiye Kupları dışında ligde hep dökülüyor, rakiplerinin şampiyonlukları karşısında aciz kalıyordu. Bu nedenle de arkadaşlarım karşısında boynum hep eğik dolaşıyordum. Ama buna rağmen Galatasaraylıydım. 

Tüm başarısızlıklara, arkadaşlarımın kızdırmalarına, rakip taraftarların gırgırlarına rağmen, takımımı değiştirmedim. Tuttuğum takım, son şampiyonluğundan ancak 14 yıl sonra başarıyı yakaladı. Ardından da üst üste şampiyonluklar, başarılar, zaferler gelmeye başladı. Türkiye’de hiçbir takımın yapamadığını yapıp UEFA Kupası’nı ülkemize getirdi. 

İşte bu nedenle benim neslimdeki Galatasaraylılar, gerçek Galatasaraylılardır. Başarıya hasret kalıp, her türlü sıkıntıya katlanan bizler, takımlarımızı bir an olsun yalnız bırakmadık. Yenmek kadar yenilmenin de varlığını en iyi bizim kuşağımız bilir. Galatasaraylılıkla özleşen temel kavramlardan biridir, karşılıksız destek.

Galatasaray yine tıpkı o yıllarda olduğu gibi sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Tarihinin en başarısız sezonunu geçiriyor. Hem de Türkiye’nin en muhteşem, en görkemli, en konforlu stadına kavuşmuşken. Hatta bu kez abonesi olduğu Türkiye Kupası’na ve Avrupa’daki başarılarına da uzak.  Elbette taraftar, üyeler, basın ve bu kulübe gönlünü vermiş herkes bunun nedenleri sorguluyor. Kimi sert, kimi yapıcı, kimi kavgacı… Ama bu kez camia çözülmüş durumda. O eski kenetlenmiş görüntüsünden, inancından çok uzak… Herkes birbirini suçluyor. Herkes menfaat peşinde. Kimsenin kulübü, değerleri, ruhu düşündüğü yok. 

Eskiden takım ne kadar kötü giderse gitsin hocasına bile sezon sonuna kadar sabreden, kolay kolay sezon ortası teknik direktör değiştirmeyen Galatasaray, şimdilerde başkanına bile tahammül edemez hale geldi. Başarıya endeksli bir kulüp oldu çıktı.

Hiç şüphesiz bu günler geride kalacak. Bu kez taraftar 14 yıl falan da beklemeyecek. Muhtemelen önümüzdeki sezon yeni stadında fırtına gibi esecek Galatasaray.  Ancak kaybolup giden değerlerin tekrar kazanılması oldukça uzun zaman alacak.

25 Mart 2011 Cuma

Yakın takip devam etmesin!


Sporzin için yazdığım ilk yazı beklediğimden çok daha fazla tepki aldı. Özellikle Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız beni mail yağmuruna tutarak, başlarından geçen benzeri olayları anlattılar. Yeteneklerin birer birer elimizden uçtuğunu, Avrupa’daki potansiyelin çok büyük olduğuna değindiler. Öğrendik ki sürekli yakın takipte! olan TFF Avrupa Büro’nun mağduru olan sadece yetenekli Türk Futbolcuları değilmiş. Avrupa’da yaşayan Türk antrenörler ve Türk gözlemciler de benzeri sıkıntıları yaşıyorlarmış. Almanya’da antrenörlük yapan ve Almanya Futbol Federasyonu için gözlemcilik yapan Hakan Tutkun da bu mağdurlardan biri. Bana yazdığı elektronik maili sizlerle aynen paylaşmak istiyorum. Bu konudaki yorumu size bırakıyorum
 
“Sayın Cüneyt Yalınkılıç

Yazınızı büyük bir beğeni ile okudum.  Yazdıklarınıza bizzat şahit olan biri olarak tespitleriniz için sizi tebrik ediyorum.  Belki hislerime tecüman olup bana yardımcı olabilirsiniz. Yazınızdan anladığım kadarıyla siz de Avrupa’da ki Türk gençlerinin harcandığı düşüncesindesiniz.

Frankfurt için Almanya’nın futbol merkezi derler. Nitekim Almanya Futbol Federasyonu da buradadır. Almanya’da yetişen Türk Futbolcuların %80 bu bölgeden çıkar.
Ben bir Türk olarak Alman Futbolu’na futbolcu beğenip, yetiştiriyorum. Ancak  bizim Milli Takımımızı da hiç unutmuyorum.
Buralara kadar gelmenin ne kadar zor olduğunu bir Türk antrenörü olarak çok iyi bilenlerdenim. Hala bu zorlukları çekmekteyim.
Birkaç yıldan beri Türk kökenli oyuncuların listeleri bir tek ben de mevcut.  Bu çalışmalarımı ülkemle,  ile paylaşmak istedim. TFF Avrupa büro ile irtibata geçip, onlara bu bölgede benden daha iyi çalışmaları olan bir Scout bulamayacaklarını, elimdeki tüm çalışmaları kendileri ile paylaşabileceğimi söyledim.  Avrupa Büro’nun patronu konumundaki Erdal Keser ile birkaç kez temasa geçtim. Her defasında ketum, havalı bir tavırla, negatif karşılandım. Tüm çabalarıma rağmen ne yazık ki bu güne kadar bu konuda hiçbir gelişme olmadı!

Daha henüz kimsenin bilmediği dönemde, daha  U 17 için mücadele eden bir çok futbolcunun isimleri benim listemde mevcuttu.  Başta Mesut Özil olmak üzere, Cenk Tosun, Serdar Taşçı gibi isimlerin sinyallerini çok önceden verdim, ama kimse ilgilenmedi…

Ve şimdi listemde 30’u aşkın yetenekli ve hepsi birkaç yıl sonra Süper Lig’de oynayabilecek seviyede isimler var. Bu isimleri bizim milli takımımıza kazandırmak için mücadele ediyorum ve bunu çok istiyorum ama kimse bunu dikkate almıyor.

Bana bu görevi vermiş olsalar ya da TFF Avrupa bu görev için beni yetkili kılmış olsa 5-6 ay içersinde öyle bir yetenekleri Türk Futbolu’na sunarım ki, iste o zaman Avrupa’daki Türk Futbolu neymiş herkes yakından görür. Ama benim gibi bir insana maalesef böyle büyük görevler verilmiyor, bu işler torpil işi. Amcan, dayın ya da marka olmuş bir ismin yoksa becerilerin, yeteneklerin, bilgilerin bir işe yaramıyor. Bu durumda benim fazla yapacağım bir şey yok :-(


... Birde içimi dökmüşken size bir acı mesele daha anlatacağım. DFB yani Alman Futbol Federasyonu benim çabuk ve hızlı yükselişime karşısında Alman A Milli Takımı’nda benim 14 günlük stajıma onay vermişti. Ben teşekkür ederek bu stajımı Türk Milli Takımı’ndan yana kullanmak istediğimi DFB´ye bildirdim. Kendileri sağ olsunlar Sayın Gülin Kaşlıoğlu ile bağlantıya geçmemi önermişlerdi. Gülin Hanıma talebimi iletip ve haftalarca peşinden koştum ama nafile. Maalesef Oğuz Hoca’dan benim talebime ret cevabi gelmiş. Ortada kaldığıma mı yanayım, yoksa Alman Futbol Federasyonu’na mahcup olduğuma mı? Üzülmemek elde değil !

Bu devir ne zaman değişecek? Benim gibi insanlara ne zaman şans verilecek ??? …

Saygılarımla

Hakan Tutkun”

Görüldüğü gibi durum pek iç açıcı değil… Sayın Hakan Tutkun’un bana anlattıkları, aslında şu sıralar devam etmekte olan UEFA U17 Avrupa Şampiyonası Elit Tur’da açıkça gözler önüne serildi.

4. Gurupta mücadele eden Türkiye’nin rakipleri Almanya’nın kadrosunda 9, İsviçre’nin kadrosunda ise 3 Türk Futbolcusu bulunuyor. Nitekim U17 Milli Takımımız gurupta ilk maçında Almanya’ya Türk oyunculardan yediği gollerle 2-0 yenildi. 

Çok yakın takipte! olan TFF Avrupa Büromuz maalesef, Kaan Ayhan, Samed Yeşil, Okan Aydın, Levent Ayçiçek, Emre Can, Timo Çeçen, Koray Kaçınoğlu, Koray Günter, Robin Yalçın’ı Almanya’ya, Levent Gülen, Musa Araz, Erdoğan Adili’yi ise İsviçre’ye kaptırmış. Belki de gerekli yeteneği bu futbolcularda göremeyip, bu takımlarda oynamalarına göz yumdular. Bilemeyiz, ne de olsa en doğrusunu bu büronun sorumlu Erdal Keser bilir.

Ancak TFF Avrupa Büro yakın takipte! olduğu için gözden kaçırmış olabilir. www.yetenekliturkfutbolcu.de.tl  bir site gözüme çarptı. Burada Avrupa Liglerinde oynayan tüm Türk kökenli futbolcular var. Belki Sayın Erdal Keser İspanya’da golf oynarken arada sırada bu siteye girip yakın takibi! sürdürebilir.

15 Şubat 2011 Salı

TFF Cuntası


Çok küçük yaşta sporun içine girmemden midir, yoksa kendimi hep işime vermemden midir bilinmez, hiç sevmedim siyaseti.  X partisinin bir konudaki fikri hoşuma giderken, Y partisinin de bir başka fikri hoşuma gittiğinden, herhangi bir görüşü benimseyemedim. Aynı anda hem X’ci oldum, hem Y’ci. Ama şu bir gerçek ki hep uzak durdum siyasetten ve siyasetçilerden.

Ben gazeteciliğe yazılı iletişimde sadece faksın ve teleksin kullanıldığı, içinde bulunduğumuz iletişim çağının henüz başı olduğu yıllarda, çocuk denecek yaşta başladım.  Efsane Güneş Gazetesi’nde nam-ı diğer “Gecelerin Kartalı” Değer Eraybar yetiştirdi beni.  Değer Baba gazetede spor servisinin gece sorumlusuydu. Ben de onu asiste ediyordum.  Taşra baskısı dönmesine yakın servisin kapısında görünür ve o alaylı ve etkileyici ses tonuyla, “Vakit beyler! Hadi karılarınızın koynuna.  Siz evinize. Şimdi benim çalışma vaktim” derdi. O zamanlar öyle cep telefonuymuş, internetmiş hak getire.  Ama Değer Baba Barcelona’nın Rio da yaptığı kampta, antrenmanda hangi futbolcu kaç gol attı, kim sakatlandı, yönetici ne demiş gibi bilumum haberi alır ve meslektaşlarını atlatırdı. İşte böyle bir gazeteciydi, Değer Eraybar.
Değer Baba, her gece sohbet adı altında bana adeta ders verirdi. Bir gazetecinin yapması ve yapmaması gerekenler, olmazsa olmazlar, meslek ahlakı, etik, insan biriktirme… Daha neler neler…

Rahmetli yine bu rutin sohbetlerden birinde; “Bak Cüneyiiit! (Cüneyt demez Cüneyiiit derdi bana) Sporda siyaset yoktur. Sporun siyaseti kendine özgüdür. O da renklerdir.  Herkes tuttuğu takıma destek verir, onu kollar, başarısı için mücadele eder. Yoksa devlette o bunu kesmiş, falanca iktidar gelmiş, filanca şunu demiş sporcu adamı ilgilendirmez.  Spora siyaset bulaştığı an, o artık spor değildir. Rekabetin sonu gelmiş demektir” demişti.

O zamanlar henüz siyaset spora bu kadar bulaşmamıştı. Kim bilir belki de bulaşmıştı da ben gençliğin verdiği terelellilikle farkında değildim bunun. Ancak bildiğim bir gerçek var ki, son 10 yılda siyaset artık sporun içinde değil, kendisi olmuş durumda. Özellikle futbol buram buram siyaset kokuyor.

Ocak 2008’de yaşanan Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Olağanüstü Genel Kurulu’nda yaşanılanlar daha dün gibi aklımda.  Delegelerin kendi aralarındaki konuşmaları kulağımdan bir türlü gitmiyor. Bu seçimlerde delegelere sandığa girerken iki renk pusula ve zarf veriliyordu ve oy verme işlemi sonrasında kimin hangi renk oy kullandığı apaçık ortaya çıkıyordu.

-Ne yapacağız ağabey, nasıl olacak bu iş?
-Ne olacağı var mı? Paşa paşa gidip vereceğiz pusulayı Göksel’e.
-Olur mu ağabey böyle şey. Nerde kaldı gizli oy açık tasnif? Bu kanun dışı. Sandık odasına yığmaları lazım iki renkte de pusulaları. Adam bana zarfla birlikte veriyor iki renk pusulayı. Böyle olunca ben ne renk kullanmışım apaçık ortada. Bir de kullanmadığım oy pusulasını görmek istiyor. Nasıl bir anlayış bu?
-Kimi kime şikâyet edeceksin? Duymadın galiba dünkü toplantıda konuşulanları. İdiaa’ya aldırmam sizin kulübü. Sonuçlarını düşünerek hareket edin demedi mi? Sana gelmediler mi?
-Sorma ağabey gelmezler mi? Bir tek kulübe gelseler yine iyi. İş yerime de geldi vergi memuru. “Seçimlerden sonra inceleme için yine ziyaret edeceğiz” diyerek gerekli mesajı zaten verdiler. Belediye de suyu kesti, seçim sonrası bakarız dedi. Ama ben buna rağmen hala içime sindiremiyorum ağabey. Çok adaletsiz değil mi bu davranış.
- Sen bilirsin! Ben riski alamayacağım. Kulüpten de vazgeçtim. Zaten bırakacağım. Ama ticari hayatım bitecek alimallah. Sana tavsiyem hiç bulaşma. Bu sefer iş çok ciddi!

İki Anadolu kulübü delegesi arasında geçen bu diyaloğa bizzat şahit olmasam ve yaşanılanları görmesem hayatta inanmazdım. Siyasetin spora nasıl bulaşabildiğini, bu diyalog sayesinde yaşayarak gördüm.  Bu siyaset değildir de nedir?  Bu anlayışla yönetime gelen yöneticiler, çok merak ediyorum ne verebilir Türk Futbolu’na ? Vizyonları, misyonları ne olabilir?

Bugün durum, benim bu diyaloğa şahit olduğum günkünden farklı değil. O gün oy almak için dış güçleri kullananlar, bugün TFF’yi yönetmek için bunu kullanıyorlar. Futbolun asıl paydaşları olan kulüpler ve o kulüplerin olmazsa olmazı taban birlikleri, TFF tarafından değil, bu dış güçler tarafından yönetiliyorlar.
TFF Başkanı Mahmut Özgener geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmasında, futbolda demokrasi olmadığından söz etmiştir. Doğrudur! Çünkü Ocak 2008’de Türkiye’de siyasi bir futbol darbesi olmuştur. Bu darbe sonrası darbeci zihniyet TFF yönetimini ele geçirmiş ve demokrasiyi askıya almış, adeta bir cunta yönetimi oluşturmuştur.

Diktatörler güçlerini halktan değil, kendilerini destekleyenlerden alırlar. Nitekim TFF yönetiminin bugün en büyük destekçisi Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve İBB Başkanı Göksel Gümüşdağ’dır.  

Alan memnun, veren memnun olduğu sürece, değil Galatasaray’ın Beşiktaş’ın, bu diktayı yıkmaya kimsenin gücü yetmez.