Çevremizdeki her şey büyük bir hızla değişiyor. Sokaklar, caddeler, binalar şehirler… Elbette insanlar ve kültürler de değişiyor.
Bu değişim kimilerine göre gayet güzel. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi felsefesinden yola çıkarsak bu çok mantıklı. Ama gel gelelim işin bir de duygusal bir yanı var.
80’li yılları çocuk ve genç olarak geçirmiş bizim kuşağımız geleneklerine, göreneklerini bugünkülerden çok daha fazla bağlıydı bu kesin.
Oldum olası teknolojiyi yakından takip ederim. Yenilikleri ve değişimi yakalamak için olanca gücümle yıllarla yarışırım. Ancak gel gelelim ciddi anlamda geçmişi ile yaşayan bir adamım.
Dinlediğim bir şarkıdaki melodi, ya da köşe başında gördüğüm bir bina, beni benden alabilir.
Bizler daha az tüketen, bulduğuyla yetinen, küçük şeylerden mutlu olmasını becerebilen bir nesildik.
Bugün dönüp etrafımıza baktığımızda olanı biteni anlamakta bu yüzden zorluk çekiyoruz.
Ancak bizim çok önemli bir artımız vardı. Biz “saygılı” bir nesildik. Saygı duyardık. Büyüklerimiz bize saygıyı öğretmişti.
Geldiğimiz noktada ise bize inanılmaz bir kültür enjekte ettiler. Etmeye de devam ediyorlar.
Türkiye’nin en büyük sorunu “Saygı”. Saygısız bir milletiz biz. Çünkü saygı kelimesini bilmiyoruz. O kadar benciliz ki kimseye hatta kendimize bile saygı duymuyoruz.
Trafikte, bilet kuyruğunda, yaya geçidinde… Kimsenin kimseye saygısı yok günümüzde…
Aslında saygı her şeyin çözümü… Çok basit, sadece SAYGI…

Bir seçim yaptığımızda, bir şeyi hayatımıza alırken, geri kalanları seçmeyerek hayatımızdan uzaklaştırmış oluyoruz. Seçtiğimiz alternatif, vazgeçtiğimiz alternatiften daha iyi ise ne ala, ama daha kötü ise kayıplara katlanırız.
Etrafımızdakiler bizim seçimlerimize saygı duymamaya başladığı anda ise kutuplaşmalar başlıyor. Onların yaptığı seçimi yapmadığınız andan itibaren diğeri oluyorsunuz. İşin tuhafı diğerlerinden değilseniz de ortada kalıyorsunuz. Kimse sizin yaptığınız seçime saygı duymuyor.
Bizim çocukluğumuzda çoğunluk masumdu. Masumiyet üzerine kuruluydu yaşam. Masum olmayanlar kabak gibi ortaya çıkıyorlardı.
Ama biz büyüdük ve masumiyet kayboldu! Dedelerimiz, “Silah çıktı mertlik bozuldu” derlerdi ya.. İşte tam da o misal internet çıktı, masumiyet gitti.

Hangi habere inanacağız hangisine inanmayacağız? Kim doğru söylüyor? Yalan söyleyen de hiç mi vicdan yok? İktidar koltuğunu muhafaza etmek için, muhalefette iktidarı devirmek için, “Her şey mubahtır” mantığı ile halkı kandırıyor mu? Bunun böyle olması için çabalayanlar mı var? Amaç başka mı?
Sorular, sorular, sorular…
Artık herkes bir anlamda muhabir. Elindeki cep telefonuyla yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca kişiye ulaşabiliyor.
İşte bu nedenle de biz gazetecilerin işi günümüzde çok daha zor. Haber kaynaklarımız çok genişlemiş gibi gözükse de daha da daralmış durumda.
Aslında civciv yumurta ilişkisi gibi… Gazeteci mağdursa okuyucu mağdur; okuyucu mağdursa gazeteci mağdur. Gazeteci haber alamayınca okuyucu öğrenemeyecek; okuyucu öğrenemeyince ise hatalar düzeltilemeyecek. Kısacası herkes mağdur!
Acilen sosyal medya ve internet için de bir tekzip mekanizması kurulmalı. Atılan yalan atanın yanına kalmamalı. Cezası ciddi boyutta olmalı. Yazan yazdığı her kelimeyi seçerek kullanmalı.
Söylediklerim ütopya gibi. Farkındayım. İmkansız bir şey istiyorum. Ama ne dedik en başta; Değişmeyen tek şey değişimin kendisi! Mutlaka bu sistem de değişecek, gerekli yaptırımlar uygulanacaktır. Doğru ile yanlış birbirinden ayrılacaktır.